GÖK
Yeryüzünün üzerine mavi bir kubbe gibi kapanan boşluk. Bu boşlukta gök cisimleri bulunur. Bütün bu evren, astronomi biliminin konusunu meydana getirir.
Gök cisimleri ile dolu olan gök kubbesi, en eski devirlerde dahi, dünyanın her parçasında yaşayan insanların dikkatini çekmiştir. Göksel olayların en eski kavimlerle başlayan gözlemleri, yüzyıllar boyunca sürüp gittikten sonra, tabiat olaylarının, belli kanunlara göre aktıkları anlaşılmış ve Newton genel çekim kanunun, keşfi ile yeni bir astronomi biliminin temeli atılmıştır.
Modern astronomi biliminin, gök cisimlerini, göğü, bunlarla ilgili kanunları, bilimsel kurallarla açıklamasına kadar geçen zaman içinde, öbür tabiat olayları da, çeşitli görüşlerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Eskiler, göğün maddi bir kubbe gibi maddi bir cisim olduğunu, gök cisimlerinin de ona takılmış bulunduklarını sanırlardı. Zamanla, gök cisimlerinden bazılarının ayrı ayrı hareket ettikleri fark edilince, göğün, bir birbirine geçmiş ayrı hızlarla dönen saydam dairelerden meydana geldiği fikrine kapılmışlardı. Bu dairelerin (ya da katların) sekiz, dokuz tane oldukları sanılırdı. (Din kitaplarındaki "göğün yedi kat üstünde" deyimi bu sanıdan kalmadır. Ortaçağa kadar astronomlar, bu görüşten ayrılmamışlar ve Yer'i evren'in ve göğün merkezi sanmışlardır.
Yeni astronomi anlayışım getirmiş olan Polonyalı bilgin Copernicus (1473 -1543) güneş sistemi üzerindeki görüşlerini esaslı hesaplara dayanan kir teori şeklinde ifade etmeğe çalışmış, Ortaçağın astronomi görüşünü yıkarak Yer yuvarlağının bir gezegen olduğunu ve güneşin, gök cisimlerinin merkezinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Daha sonraki gözlemler ve keşifler, gök ve gök cisimleri hakkındaki bilgileri kökünden değiştirmiş, gök kubbesinin esas nedeninin bilinmesine yol açmıştır.
Bu bilgimize göre, gök, sanıldığı gibi, kubbe biçiminde, dünyayı çepeçevre saran bir küre değildir. Sonsuz bir boşluktur. Yer, böyle sonsuz ve sınırsız bir boşluk içindedir. Bu boşlukta, gök cisimleri denilen yerden küçük ya da binlerce defa büyük, birçok cisimler daha vardır. Ancak, birçok olaylarını, Yer'i çepeçevre saran sanal bir kürede (gök küresi) anlatmak çok kolay olduğundan bugün de gök küresi anlamı tamamen terk edilmemiştir. Astronomi tanımlarında merkezi Yer olmak üzere, yarıçapı sınırsız sanal bir küre göz önüne alınmaktadır.
(Saniyede 300 bin kilometre hızla yol alan ışığın en az yakın, yıldızlardan bize ancak üç yılda gelebilecek olan uzak yıldızların varlığı düşünülürse, gök boşluğunun genişliği biraz tasavvur edilmiş olur.)
gök küresi : Terin kutuplar ekseninin bu küreyi deldiği noktalara göğün "kutupları" ve Yerin Ekvator düzleminin gök küresi ile ara kesitine de “gök ekvatoru” denir. Yerin herhangi bir parçası, çok uzaklarda gökle birleşmiş gibidir. Göğün, Yerle birleştiği hissini uyandıran bu yerler, “ufuk dairesi” ni, ya da kısaca “ufuk” u meydana getirir, Yer,gök küresine göre çok küçük olduğundan yeri, gök kürenin merkezi aldığımızda, merkezden (yani Yer'den) ufka dik çıkılan doğrunun göğü kestiği noktalara “başucu” ve “ayakucu” denir. Ekvatorla ufuk dairesinin kesiştikleri noktalar da “doğu ve batı” noktalandır, işte, Yerin, ekseni etrafında dönmesinden meydana gelen bir hareket sonucu, gök kubbede bulunan gök cisimleri, hareket ediyormuş gibi görünürler. Bunlar Güneş ve Ay gibi doğarlar ve batarlar.
0 yorum