Bilgi-wiki
Gök cisimlerinin uzaydaki durumlarını, hareketlerini, kimyasal ve fiziksel yapılarını inceleyen bilim. Yıldızlı gök kubbesi, en eski devirlerde dahi dünyada yaşayan insanların dikkatini çekmiş, bu bilinmeyen, gidilemeyen yerler hakkında bilgi sahibi olmak, insanların en önemli kaygılarından biri olmuştur. Bu sebepten astronomi, başlangıcı insanlık tarihi kadar eski bir bilim koludur.
Üzerinde yaşadığımız Yer, Güneş'e bağlı gezegenlerin nispeten küçüklerinden biridir.Yere en yakın olan cisim Ay'dır. Ay yerin çekimi altındadır ve Yer'in etrafında bir elips çizer. Ay'dan sonra Güneş'in ve öbür gezegenlerin uzaklıkları fevkalâde büyümektedir. Güneş'in ışığı bize ancak 8 dakikada gelmektedir. Buna karşılık ışıkları bize ancak 900.000 yılda gelen cisimler de vardır. Yer, Güneş'in etrafında bir elips çizerek hareket eden, Güneş'e bağlı bir gezegendir. Güneşe bağlı olan, Yer'le beraber, 9 gezegen vardır. Güneşe olan uzaklıklarına göre bu 9 gezegen şunlardır: Merkür, Venüs, Yer Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Plüto.
Güneş'in çekimi altında hareket eden ikinci sınıf cisimler kuyruklu yıldızlardır. Bunlardan başka akan yıldızlar (meteor), Zodyak denen ışık sistemi de Güneşe bağlıdır. Uzay'da, Güneş sisteminden ayrı ve çok daha fazla uzaklıklar da başka sistemler de vardır. Bütün bu sistemleri inceleyen Astronomi ile M.Ö. 2000-3000 yıllarında Çinlilerde uğraşılmaya başlandığının belirtilerine rastlanmaktadır. Babilliler de Astronomi ile ilgilenmişler; ilk bilgilerini Babillilerden alan Yunanlılar da Güneş, Ay, Yer Yuvarlağı ve Yıldızlar hakkında geniş bilgi vermişlerdir. Araplar ve Türkler de bu alanda uzun yıllar esas olarak kabul edilen bilgiler vermişlerdir. Ortaçağda birçok Avrupalı bilginler, bu arada Copernicus (1473-1543) Yer, Güneş ve gezegenler hakkında yeni görüşleri ileri sürmüş, Kepler (1571 - 1630) ve Gaüeolo Galilei (1564-1642) ile Astronomi bilimi birdenbire genişleyen bir bilim olmuştur. Hollânda'da keşfedilen dürbün'ün Astronomiye uygulanmaya başlanması ile de Astronomi geniş bir bilim olmuş ve çeşitli dallara ayrılmaya başlanmıştır. Astronomi bilimi, bugün küresel Astronomi, Gök Mekaniği, Astrofizik ve Yıldızlar Astronomisi koparma ayrılmış modern bir bilimdir.
Son yıllarda gerek Yer Yuvarlağı çevresine, gerekse Ay'a ve daha ötelere gönderilen peyklerle Astronomi bilimi çok daha fazla genişlemek yolunda olan ve şimdiye kadar evren'in bilinmeyen taraflarının yakın zamanda açıklanmasının sağlanması ile belki de yeni kolları içine alacak olan modern bir bilim olma yolundadır.
Üzerinde yaşadığımız Yer, Güneş'e bağlı gezegenlerin nispeten küçüklerinden biridir.Yere en yakın olan cisim Ay'dır. Ay yerin çekimi altındadır ve Yer'in etrafında bir elips çizer. Ay'dan sonra Güneş'in ve öbür gezegenlerin uzaklıkları fevkalâde büyümektedir. Güneş'in ışığı bize ancak 8 dakikada gelmektedir. Buna karşılık ışıkları bize ancak 900.000 yılda gelen cisimler de vardır. Yer, Güneş'in etrafında bir elips çizerek hareket eden, Güneş'e bağlı bir gezegendir. Güneşe bağlı olan, Yer'le beraber, 9 gezegen vardır. Güneşe olan uzaklıklarına göre bu 9 gezegen şunlardır: Merkür, Venüs, Yer Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Plüto.
Güneş'in çekimi altında hareket eden ikinci sınıf cisimler kuyruklu yıldızlardır. Bunlardan başka akan yıldızlar (meteor), Zodyak denen ışık sistemi de Güneşe bağlıdır. Uzay'da, Güneş sisteminden ayrı ve çok daha fazla uzaklıklar da başka sistemler de vardır. Bütün bu sistemleri inceleyen Astronomi ile M.Ö. 2000-3000 yıllarında Çinlilerde uğraşılmaya başlandığının belirtilerine rastlanmaktadır. Babilliler de Astronomi ile ilgilenmişler; ilk bilgilerini Babillilerden alan Yunanlılar da Güneş, Ay, Yer Yuvarlağı ve Yıldızlar hakkında geniş bilgi vermişlerdir. Araplar ve Türkler de bu alanda uzun yıllar esas olarak kabul edilen bilgiler vermişlerdir. Ortaçağda birçok Avrupalı bilginler, bu arada Copernicus (1473-1543) Yer, Güneş ve gezegenler hakkında yeni görüşleri ileri sürmüş, Kepler (1571 - 1630) ve Gaüeolo Galilei (1564-1642) ile Astronomi bilimi birdenbire genişleyen bir bilim olmuştur. Hollânda'da keşfedilen dürbün'ün Astronomiye uygulanmaya başlanması ile de Astronomi geniş bir bilim olmuş ve çeşitli dallara ayrılmaya başlanmıştır. Astronomi bilimi, bugün küresel Astronomi, Gök Mekaniği, Astrofizik ve Yıldızlar Astronomisi koparma ayrılmış modern bir bilimdir.
Son yıllarda gerek Yer Yuvarlağı çevresine, gerekse Ay'a ve daha ötelere gönderilen peyklerle Astronomi bilimi çok daha fazla genişlemek yolunda olan ve şimdiye kadar evren'in bilinmeyen taraflarının yakın zamanda açıklanmasının sağlanması ile belki de yeni kolları içine alacak olan modern bir bilim olma yolundadır.
Gök küresi yüzeyinde kuşak şeklinde bir gölge. Güneş, bu kuşağın alanı boyunca, derece derece yer değiştirerek bir yıl sonunda tekrar hareket noktasına varır. Bu kuşak üzerinde, Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık adlarını taşıyan on iki takım yıldız sıralanmış bulunmaktadır. Güneş bu takım yıldızlardan her üçünü her mevsimde dolaşmış olur.
Güneş sistemi dışında bulunan ve pek uzakta olduğu için durağan gibi görünen gök cismi.Yıldızlar, görünümlerine göre başka bir deyimle verdikleri tayfa göre üç gruba ayrılırlar: 1 - Beyaz ya da mavimsi yıldızlar: Bunlar en geç ve en yeni olan yıldızlardır. 2 - Sarı yıldızlar: Orta yaşlı olarak kabul edilen yıldızlardır. 3 - Kırmızı yıldızlar: En eski ve en ihtiyar yıldızlardır.
Ay ışığı olmayan berrak gecelerde yığınları, Nebülöz, Samanyolu denilen varlıklardan ileri gelen lekeler görünür. Bu lekelerden en büyüğü Samanyolu olup Gök'ü kuşak gibi bir yandan öbür yanına kadar kaplar. Bu beyazlıklarda bazıları dürbünlerle incelendiği zaman binlerce yıldızı bir arada toplanmasından meydana geldiği görülür. Bu beyazlıklara Yıldız yığını denir. Yıldız yığınları görünen şekillerine göre; küresel yıldız yığınları, açık yıldız yığınları, ortak özel hareketli yıldız grubu olmak üzere üçe ayrılır. Küresel yıldız yığınlarının genel şekilleri küre gibidir. Görünen kürenin merkezinde yıldızlar çok yoğun olduğundan burası çok parlaktır. En iyi gözlenen yıldız yığınları bunlardır. Şimdiye kadar 86 tane gözlenebilmiştir. Açık yıldız yığınlarının ise şekilleri düzgün değildir. Yıldızların yoğunluğu merkeze doğru artar. Ortak özel hareketi olanların bu gruba dahil olup olmadıkları, özel hareketleri uzun uzadıya incelenerek bulunur.
Ay ışığı olmayan berrak gecelerde yığınları, Nebülöz, Samanyolu denilen varlıklardan ileri gelen lekeler görünür. Bu lekelerden en büyüğü Samanyolu olup Gök'ü kuşak gibi bir yandan öbür yanına kadar kaplar. Bu beyazlıklarda bazıları dürbünlerle incelendiği zaman binlerce yıldızı bir arada toplanmasından meydana geldiği görülür. Bu beyazlıklara Yıldız yığını denir. Yıldız yığınları görünen şekillerine göre; küresel yıldız yığınları, açık yıldız yığınları, ortak özel hareketli yıldız grubu olmak üzere üçe ayrılır. Küresel yıldız yığınlarının genel şekilleri küre gibidir. Görünen kürenin merkezinde yıldızlar çok yoğun olduğundan burası çok parlaktır. En iyi gözlenen yıldız yığınları bunlardır. Şimdiye kadar 86 tane gözlenebilmiştir. Açık yıldız yığınlarının ise şekilleri düzgün değildir. Yıldızların yoğunluğu merkeze doğru artar. Ortak özel hareketi olanların bu gruba dahil olup olmadıkları, özel hareketleri uzun uzadıya incelenerek bulunur.
Beyaz ışığın, bir prizmadan geçtikten sonra ayrıldığı renklere verilen ad. Beyaz ışığı meydana getiren yedi rengin, kırılmaları değişik olduğu için, bir prizmadan bunlar ayrı ayrı açılarla kırılırlar ve böylece değişik yedi renkli tayfı meydana getirmiş olurlar. Özellikle güneş ışığında görülen bu tayf, yağmurlu havalarda görülen ebemkuşağında, yağmur damlalarının bir prizma vazifesi görmesi sonucu belirli bir şekilde kendini gösterir. Renkler, sırası ile şunlardır : Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil ,mavi, lâcivert, mor.
Yeryüzünden, Ay ve öbür gök cisimleri hakkında bilgi edinmek amacı ile uzaya fırlatılan, Dünya'nın, Ay'ın Güneş'in ve öbür gök cisimlerinin peykleri olan, içlerinde bilgi toplamaya yarayan özel âletler bulunan madensel cisim. Ayda ve öbür cisimlerdeki hayatsal faaliyetler hakkında kesin bilgi edinmek Ay'a ve öbür gök cisimlerine ulaşabilmek düşüncesi, yüzyıllardan beri, insanları ve bilginleri düşündüren önemli uzay problemlerinden biri olmuştur. Uzun yüzyıllar süregelen bu yoldaki çalışmalar, bilginin ve tekniğin ilerlemesi ile daha büyük önem kazanmış; bu yoldaki düşüncelerin deney safhasına geçebilmesi için gerekli araştırmaların başlamasına yol açmıştır.
Özellikle İkinci Dünya Savaş'ından sonra, Ay'a ve öbür gök cisimlerine, yeryüzünden cisimler gönderebilmek yolundaki çalışmalar daha da hızlanmış, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında, adeta bir yarış halini almıştır.
Atmosferi aşarak, Dünyanın etrafında dolaşabilen ve gök cisimlerine kadar gidebilen âletlerin yapımının yanında, bunların, bu işi çözebilmesi için gerekli iki önemli mesele, ilkin, bu çalışmalar sonunda çözümlenmiştir. Bunlardan birisi, atmosfer dışına çıkarak yerçekiminden kurtulabilmek için gerekli “kaçma hızı” na sahip bir hızın, bu cisimlere verdirebilmesi, ikincisi de, bu cisimlerin, aklın zor kabul edebileceği bir hızla gidebilmesini sağlayacak yakıtın bulunabilmesi.
Bu iki ana problem de çözülmüş, insan yapısı olan madensel peyklerin, atmosfer dışına çıkabilecek “kaçma hızı” ile çok büyük bir sürate sahip olmasını sağlayacak yakıtlar elde edilmiştir. Bu çalışmaların sonucu olarak, çeşitli suni peyklerin, Dünya'nın, Ay'ın ve öbür cisimlerinin birer peyki olabilmesi sağlanmıştır.
Uzun süren bu çalışmalar, ilkin 1957 yılında ilk denemesini vermiş, bu tarihte Sovyetler Birliği tarafından fezaya fırlatılan bir suni peyk, dünyanın ilk defa bir suni peyki olmuştur. Bu tarihten sonra, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği tarafından gerek Dünya etrafında, gerekse Ay etrafında dönebilen suni peykler yeryüzünden gönderilebilmiştir.1961 yılında, yapılan bu çalışmalar sonucu da yeryüzü çevresinde dolaşmak suretiyle uzaya insan gönderilmesi işi başarılmıştır.
Özellikle İkinci Dünya Savaş'ından sonra, Ay'a ve öbür gök cisimlerine, yeryüzünden cisimler gönderebilmek yolundaki çalışmalar daha da hızlanmış, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında, adeta bir yarış halini almıştır.
Atmosferi aşarak, Dünyanın etrafında dolaşabilen ve gök cisimlerine kadar gidebilen âletlerin yapımının yanında, bunların, bu işi çözebilmesi için gerekli iki önemli mesele, ilkin, bu çalışmalar sonunda çözümlenmiştir. Bunlardan birisi, atmosfer dışına çıkarak yerçekiminden kurtulabilmek için gerekli “kaçma hızı” na sahip bir hızın, bu cisimlere verdirebilmesi, ikincisi de, bu cisimlerin, aklın zor kabul edebileceği bir hızla gidebilmesini sağlayacak yakıtın bulunabilmesi.
Bu iki ana problem de çözülmüş, insan yapısı olan madensel peyklerin, atmosfer dışına çıkabilecek “kaçma hızı” ile çok büyük bir sürate sahip olmasını sağlayacak yakıtlar elde edilmiştir. Bu çalışmaların sonucu olarak, çeşitli suni peyklerin, Dünya'nın, Ay'ın ve öbür cisimlerinin birer peyki olabilmesi sağlanmıştır.
Uzun süren bu çalışmalar, ilkin 1957 yılında ilk denemesini vermiş, bu tarihte Sovyetler Birliği tarafından fezaya fırlatılan bir suni peyk, dünyanın ilk defa bir suni peyki olmuştur. Bu tarihten sonra, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği tarafından gerek Dünya etrafında, gerekse Ay etrafında dönebilen suni peykler yeryüzünden gönderilebilmiştir.1961 yılında, yapılan bu çalışmalar sonucu da yeryüzü çevresinde dolaşmak suretiyle uzaya insan gönderilmesi işi başarılmıştır.
Yıldızlardan başka gökyüzünün başka yerlerinde görülen beyaz lekeler. Işıklı ve gaz halinde çok büyük kütlelerdir. Beyazımtırak bulutlara benzediklerinden kendilerine bu ad verilmiştir. Bunları dürbünsüz olarak görmek imkânı yoktur. Görünen şekillerine göre başlıca üç sınıfa ayrılırlar:
l - Düzgün olmayan nebülözler, sınırlan sonsuza uzanmış şekilde görünürler, içlerinde bir çok yıldızlar bulunmaktadır. 2 - Gezegen şeklinde nebülozler, yuvarlak ve yassı görünümleri vardır. Bunların çoğunda çekirdek denilen çok parlak bir yer bulunur.
3 - Helezon şeklinde nebülozler, çok ışıklı bir çekirdek ve çekirdeği helezon şeklinde saran ışıklı gaz kütlelerinden yapılmışlardır.
l - Düzgün olmayan nebülözler, sınırlan sonsuza uzanmış şekilde görünürler, içlerinde bir çok yıldızlar bulunmaktadır. 2 - Gezegen şeklinde nebülozler, yuvarlak ve yassı görünümleri vardır. Bunların çoğunda çekirdek denilen çok parlak bir yer bulunur.
3 - Helezon şeklinde nebülozler, çok ışıklı bir çekirdek ve çekirdeği helezon şeklinde saran ışıklı gaz kütlelerinden yapılmışlardır.
Gökyüzünde bazen gördüğümüz arkalarında uzun ya da kısa, çatal gibi ayrılmış ışıklı bir yol bırakarak gezen yıldızlara verilen ad. Gözlenen bir kuyruklu yıldız, genel olarak üç bölüme ayrılabilir: a - Kuyruklu yıldızla en parlak ve yoğun yeri olan “çekirdek”, b - Çekirdeği çepçevre soran, ışıklı bir gaz kitlesinden meydana gelen “bürüçük” c - Kuyruklu yıldızın başından sonra gelen, az çok uzanan “kuyruk” kısmı.
Kuyruklu yıldızlar, gözle görülenler, teleskopik olanlar şeklinde görünümlerine göre ikiye ayrıldıkları gibi; gelip geçici olanlar, periyodik olanlar diye, devir sürelerinin bilinip bilinmemesine göre de ikiye ayrılırlar.
Kuyruklu yıldızların yörünge düzlemleri, tutulma düzlemi ile her türlü açı yaparlar. Bir çoklarının yörüngelerinin elips olduğu tespit edilmiştir. Bazılarının yörüngelerinin basıklık oranı şok büyük olduğundan yörüngelerinin uzunluklarını bulmak kabil olmamış, bundan dolayı bir kısım astronomlar bazılarının yörüngelerinin parabol olduğunu da kabul etmişlerdir.
Aynı yörünge üzerinde yürüyen bir takım kuyruklar vardır. Bunlara (Kuyruklu yıldız grubu) denildiği gibi, yörüngelerinin düğüm ve görüntü noktaları bir gezegenin yörüngesi yakınında bulunduğundan dolayı (Gezegenin ailesi ) adını alan kuyruklar da vardır.
“Eneke kuyruklu yıldızı”, devir süresinin en kısa oluşu ile beraber devir süresindeki ivmesini değiştirici olmasından, “Halley kuyruklu yıldızı” da ilk devirli olduğu bulunan kuyruklu yıldız olmasından dolayı ün alan kuyruklu yıldızlardandır.
Kuyruklu yıldızlar, gözle görülenler, teleskopik olanlar şeklinde görünümlerine göre ikiye ayrıldıkları gibi; gelip geçici olanlar, periyodik olanlar diye, devir sürelerinin bilinip bilinmemesine göre de ikiye ayrılırlar.
Kuyruklu yıldızların yörünge düzlemleri, tutulma düzlemi ile her türlü açı yaparlar. Bir çoklarının yörüngelerinin elips olduğu tespit edilmiştir. Bazılarının yörüngelerinin basıklık oranı şok büyük olduğundan yörüngelerinin uzunluklarını bulmak kabil olmamış, bundan dolayı bir kısım astronomlar bazılarının yörüngelerinin parabol olduğunu da kabul etmişlerdir.
Aynı yörünge üzerinde yürüyen bir takım kuyruklar vardır. Bunlara (Kuyruklu yıldız grubu) denildiği gibi, yörüngelerinin düğüm ve görüntü noktaları bir gezegenin yörüngesi yakınında bulunduğundan dolayı (Gezegenin ailesi ) adını alan kuyruklar da vardır.
“Eneke kuyruklu yıldızı”, devir süresinin en kısa oluşu ile beraber devir süresindeki ivmesini değiştirici olmasından, “Halley kuyruklu yıldızı” da ilk devirli olduğu bulunan kuyruklu yıldız olmasından dolayı ün alan kuyruklu yıldızlardandır.
Geceleri kuzey yönünde görülen parlak, iri bir yıldız. Yeri, hemen hemen hiç değişmediğinden “demir kazık” da denir. Göğün kuzey kutbundan 10 - 20 kadar uzakta bulunur ve Kuzey Yarımküresinden kolaylıkla görülür. Çok eski zamanlardan beri, yerini değiştirmemesi özelliğinden dolayı, gezginlerin ve gemicilerin yönlerini bulmaları için bir belirli nokta olarak kullanılmıştır.
Şimşek çakmasından sonra duyulan gürültü. Yıldırımın meydana gelmesine sebep olan çok kuvvetli elektrik akımı, şimşek çakmasına kadar kısa bir zaman içinde, çevresindeki havayı şiddetle ısıtır. Bu ısınma sonucu, hava moleküllerinde birdenbire bir genişleme meydana gelir. Genişleyen hava, hızla daha soğuk havanın bulunduğu yere doğru akma başlar. Havanın bu hareketi, gök gürültüsünü meydana getirmiş olur.
Bugün, fizik bilimi bakımından, tam olarak açıklanması yapılmış olan gökgürültüsü, ilkel çağlarda, oluşumunun fizik yönden açıklanmasını yapamayan ilkel insanlar tarafından, öfkelenen tanrıların sesi olarak kabul edilmiş ve bu sebeple çok korkulan bir tabiat olayı olmuştur.
Bugün, fizik bilimi bakımından, tam olarak açıklanması yapılmış olan gökgürültüsü, ilkel çağlarda, oluşumunun fizik yönden açıklanmasını yapamayan ilkel insanlar tarafından, öfkelenen tanrıların sesi olarak kabul edilmiş ve bu sebeple çok korkulan bir tabiat olayı olmuştur.
Düşmekte olan yağmur damlacıklarında güneş ışınlarının kırılıp yansımasıyla havada beliren yedi renkli ve kemer biçimindeki görüntü. Beyaz ışık olarak yansıyan güneş ışınları, yağmur damlacıklarına rastladıklarında, her yağmur damlasının bir prizma vazifesi görmesi sonucu, tayf meydana getirirler. Böylece, gökte bir yay şeklinde kırmız portakal - sarı - yeşil - mavi - çivit menekşe renklerini belirtmesi ile gök kuşağı meydana gelmiş olur.
Yeryüzünün üzerine mavi bir kubbe gibi kapanan boşluk. Bu boşlukta gök cisimleri bulunur. Bütün bu evren, astronomi biliminin konusunu meydana getirir.
Gök cisimleri ile dolu olan gök kubbesi, en eski devirlerde dahi, dünyanın her parçasında yaşayan insanların dikkatini çekmiştir. Göksel olayların en eski kavimlerle başlayan gözlemleri, yüzyıllar boyunca sürüp gittikten sonra, tabiat olaylarının, belli kanunlara göre aktıkları anlaşılmış ve Newton genel çekim kanunun, keşfi ile yeni bir astronomi biliminin temeli atılmıştır.
Modern astronomi biliminin, gök cisimlerini, göğü, bunlarla ilgili kanunları, bilimsel kurallarla açıklamasına kadar geçen zaman içinde, öbür tabiat olayları da, çeşitli görüşlerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Eskiler, göğün maddi bir kubbe gibi maddi bir cisim olduğunu, gök cisimlerinin de ona takılmış bulunduklarını sanırlardı. Zamanla, gök cisimlerinden bazılarının ayrı ayrı hareket ettikleri fark edilince, göğün, bir birbirine geçmiş ayrı hızlarla dönen saydam dairelerden meydana geldiği fikrine kapılmışlardı. Bu dairelerin (ya da katların) sekiz, dokuz tane oldukları sanılırdı. (Din kitaplarındaki "göğün yedi kat üstünde" deyimi bu sanıdan kalmadır. Ortaçağa kadar astronomlar, bu görüşten ayrılmamışlar ve Yer'i evren'in ve göğün merkezi sanmışlardır.
Yeni astronomi anlayışım getirmiş olan Polonyalı bilgin Copernicus (1473 -1543) güneş sistemi üzerindeki görüşlerini esaslı hesaplara dayanan kir teori şeklinde ifade etmeğe çalışmış, Ortaçağın astronomi görüşünü yıkarak Yer yuvarlağının bir gezegen olduğunu ve güneşin, gök cisimlerinin merkezinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Daha sonraki gözlemler ve keşifler, gök ve gök cisimleri hakkındaki bilgileri kökünden değiştirmiş, gök kubbesinin esas nedeninin bilinmesine yol açmıştır.
Bu bilgimize göre, gök, sanıldığı gibi, kubbe biçiminde, dünyayı çepeçevre saran bir küre değildir. Sonsuz bir boşluktur. Yer, böyle sonsuz ve sınırsız bir boşluk içindedir. Bu boşlukta, gök cisimleri denilen yerden küçük ya da binlerce defa büyük, birçok cisimler daha vardır. Ancak, birçok olaylarını, Yer'i çepeçevre saran sanal bir kürede (gök küresi) anlatmak çok kolay olduğundan bugün de gök küresi anlamı tamamen terk edilmemiştir. Astronomi tanımlarında merkezi Yer olmak üzere, yarıçapı sınırsız sanal bir küre göz önüne alınmaktadır.
(Saniyede 300 bin kilometre hızla yol alan ışığın en az yakın, yıldızlardan bize ancak üç yılda gelebilecek olan uzak yıldızların varlığı düşünülürse, gök boşluğunun genişliği biraz tasavvur edilmiş olur.)
gök küresi : Terin kutuplar ekseninin bu küreyi deldiği noktalara göğün "kutupları" ve Yerin Ekvator düzleminin gök küresi ile ara kesitine de “gök ekvatoru” denir. Yerin herhangi bir parçası, çok uzaklarda gökle birleşmiş gibidir. Göğün, Yerle birleştiği hissini uyandıran bu yerler, “ufuk dairesi” ni, ya da kısaca “ufuk” u meydana getirir, Yer,gök küresine göre çok küçük olduğundan yeri, gök kürenin merkezi aldığımızda, merkezden (yani Yer'den) ufka dik çıkılan doğrunun göğü kestiği noktalara “başucu” ve “ayakucu” denir. Ekvatorla ufuk dairesinin kesiştikleri noktalar da “doğu ve batı” noktalandır, işte, Yerin, ekseni etrafında dönmesinden meydana gelen bir hareket sonucu, gök kubbede bulunan gök cisimleri, hareket ediyormuş gibi görünürler. Bunlar Güneş ve Ay gibi doğarlar ve batarlar.
Gök cisimleri ile dolu olan gök kubbesi, en eski devirlerde dahi, dünyanın her parçasında yaşayan insanların dikkatini çekmiştir. Göksel olayların en eski kavimlerle başlayan gözlemleri, yüzyıllar boyunca sürüp gittikten sonra, tabiat olaylarının, belli kanunlara göre aktıkları anlaşılmış ve Newton genel çekim kanunun, keşfi ile yeni bir astronomi biliminin temeli atılmıştır.
Modern astronomi biliminin, gök cisimlerini, göğü, bunlarla ilgili kanunları, bilimsel kurallarla açıklamasına kadar geçen zaman içinde, öbür tabiat olayları da, çeşitli görüşlerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Eskiler, göğün maddi bir kubbe gibi maddi bir cisim olduğunu, gök cisimlerinin de ona takılmış bulunduklarını sanırlardı. Zamanla, gök cisimlerinden bazılarının ayrı ayrı hareket ettikleri fark edilince, göğün, bir birbirine geçmiş ayrı hızlarla dönen saydam dairelerden meydana geldiği fikrine kapılmışlardı. Bu dairelerin (ya da katların) sekiz, dokuz tane oldukları sanılırdı. (Din kitaplarındaki "göğün yedi kat üstünde" deyimi bu sanıdan kalmadır. Ortaçağa kadar astronomlar, bu görüşten ayrılmamışlar ve Yer'i evren'in ve göğün merkezi sanmışlardır.
Yeni astronomi anlayışım getirmiş olan Polonyalı bilgin Copernicus (1473 -1543) güneş sistemi üzerindeki görüşlerini esaslı hesaplara dayanan kir teori şeklinde ifade etmeğe çalışmış, Ortaçağın astronomi görüşünü yıkarak Yer yuvarlağının bir gezegen olduğunu ve güneşin, gök cisimlerinin merkezinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Daha sonraki gözlemler ve keşifler, gök ve gök cisimleri hakkındaki bilgileri kökünden değiştirmiş, gök kubbesinin esas nedeninin bilinmesine yol açmıştır.
Bu bilgimize göre, gök, sanıldığı gibi, kubbe biçiminde, dünyayı çepeçevre saran bir küre değildir. Sonsuz bir boşluktur. Yer, böyle sonsuz ve sınırsız bir boşluk içindedir. Bu boşlukta, gök cisimleri denilen yerden küçük ya da binlerce defa büyük, birçok cisimler daha vardır. Ancak, birçok olaylarını, Yer'i çepeçevre saran sanal bir kürede (gök küresi) anlatmak çok kolay olduğundan bugün de gök küresi anlamı tamamen terk edilmemiştir. Astronomi tanımlarında merkezi Yer olmak üzere, yarıçapı sınırsız sanal bir küre göz önüne alınmaktadır.
(Saniyede 300 bin kilometre hızla yol alan ışığın en az yakın, yıldızlardan bize ancak üç yılda gelebilecek olan uzak yıldızların varlığı düşünülürse, gök boşluğunun genişliği biraz tasavvur edilmiş olur.)
gök küresi : Terin kutuplar ekseninin bu küreyi deldiği noktalara göğün "kutupları" ve Yerin Ekvator düzleminin gök küresi ile ara kesitine de “gök ekvatoru” denir. Yerin herhangi bir parçası, çok uzaklarda gökle birleşmiş gibidir. Göğün, Yerle birleştiği hissini uyandıran bu yerler, “ufuk dairesi” ni, ya da kısaca “ufuk” u meydana getirir, Yer,gök küresine göre çok küçük olduğundan yeri, gök kürenin merkezi aldığımızda, merkezden (yani Yer'den) ufka dik çıkılan doğrunun göğü kestiği noktalara “başucu” ve “ayakucu” denir. Ekvatorla ufuk dairesinin kesiştikleri noktalar da “doğu ve batı” noktalandır, işte, Yerin, ekseni etrafında dönmesinden meydana gelen bir hareket sonucu, gök kubbede bulunan gök cisimleri, hareket ediyormuş gibi görünürler. Bunlar Güneş ve Ay gibi doğarlar ve batarlar.
Genel olarak, yakınlarında bulunan yıldızlara göre uzaklıklarını değiştiren yıldızlara verilen ad. Gezegenler, güneş çevresinde dönen gök cisimleridir. Güneş çevresinde, odaklarından birinde güneş olmak üzere meydana gelen bir elips üzerinde dolanırlar.
Gezegenlerin, Güneş'e olan uzaklıkları değişiktir. Bu sebeple, uzaklıklara göre değişen büyüklükte bir elips üzerinde dolanırlar. Her yıldızın, Güneş etrafında donanma süresi başka başkadır.
Güneş etrafında, belli başlı dokuz gezegen dolanır. Bunlar, Güneş sistemini meydana getirirler. Güneş etrafında dolanan bu dokuz gezegen. Güneşten olan uzaklıklarına göre, şunlardır: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton.
Merkür (Utarid), Gezegenlerden Güneşe en yakın olanıdır. Güneşten uzaklığı 57,8 milyon kilometredir. Güneş etrafında 88 günde dolanır ve Ay gibi safhalar gösterir. Kendi ekseni çevresinde îse 24 saat 23 dakika (bazı astronomlara göre 88 günde) döner. Ortalama çapı 4.850. kilometredir. Dünya'dan 22,6 defa küçüktür. Güneşe çok yakın olduğu için çok sıcaktır. Ortalama sıcaklığı 200 dereceyi bulur. Şimdiye kadar bir uydusu görülmemiştir. Atmosferinin de olmadığı sanılmaktadır.
Venüs (Zühre), İkinci gezegendir. Güneşe uzaklığı 108 milyon kilometredir. Güneş çevresinde 225 günde dolanır. Ekseni etrafında dönme süresi belli değildir. Dünyadan, daima büyük bir bulut tabakası ile örtülmüş görünür. Bundan dolayı, kendi ekseni etrafında dönme süresi bilinmemektedir. Çapı, 12.240 kilometredir, bu duruma göre Dünya'ya yakın bir büyüklüktedir. (Hacmi Dünya'nın 9/10'u kadardır). Çoklukla Güneş doğmadan ya da battıktan 3 saat önce ya da sonra görünür. Bu halinden dolayı bu gezegene “Sabah yıldızlı” ya da “Akşam yıldızı” adı verilir. Atmosferi olduğu sanılmaktadır.
Dünya (Yer), Merkür ve Venüs'ten sonra gelen üçüncü gezegendir Mars (Merih), Güneşten itibaren dördüncü gezegendir. Güneşe olan uzaklığı 228 milyon kilometredir. Yörüngesi üzerinde 687 günde dolaşır, kendi ekseni etrafında 24 saat 37 dakikada döner, Çapı 6.800 kilometredir. Dünyadan 6.61 kere daha büyük Dünya'daki atmosfer gibi bir atmosferi vardır. Bu kutbunda görülüp kaybolan beyazlıkların bulunmasından, üzerinin zaman zaman bulutlarla kaplı olmasından, bu gezegende su ve atmosferin bulunduğuna delil sayılmaktadır.
Bu arada yapılan incelemelere göre de kara ve denizlerin varlığı kabul edilmektedir. Yapılan bu araştırmalar sonucu, bu gezegende hayat olduğu kanısına varılmıştır. İki tane uydusu vardır. Jüpiter (Müşteri), Güneşten itibaren beşinci gezegendir. Güneşe olan uzaklığı 777 milyon kilometredir. Güneş çevresinde 11.86 yılda, kendi ekseni çevresinde 9 saat 15 dakikada dolanır. Bu gezegen, bütün gezegenlerin en büyüğüdür. Hacmi Dünya'dan 1.340 kere daha büyüktür. Kuvvetli dürbünlerle bakıldığında yüzeyinde büyüklükleri eşit olmayan bir takım lekeler görülür. Bu lekelerin yerlerinin daima değişmesinde bir atmosfer tabakasına sahip olduğu sanılmaktadır. 9 uydusu vardır.
Satürn (Zühal), Altıncı gezegendir. gök yüzünde sarımtırak renkte görülür. Güneşe olan uzaklığı 1.425 milyar kilometredir. Güneş çevresinde 29,46 yılda dolanır; kendi ekseni çevresinde 10 saat 38 dakikada döner.
Dünya'dan 94.92 defa daha büyüktür. Yapılan incelemelerde, çevresinde birçok halkanın bulunduğu görülmüştür. Bu halkalar, sayılamayacak kadar çok küçük cisimlerin meydana getirdikleri halkalardır ve bir uydu gibi gezegen çevresinde dolanırlar. Atmosfer tabakasının bulunduğu ve su buharına sahip olduğu, yapılan gözlemlerle anlaşılmıştır. 10 tane uydusu vardır.
Uranüs, yedinci gezegendir. Herscel (1738 - 1822) tarafından 1781 de bulunmuştur. Güneşe olan uzaklığı 2,866 milyar kilometredir Güneş çevresinde 84 yıl 7 günde dolanır. Kendi etrafın. da 10 saatte döndüğü sanılmaktadır. Ortalama çapı 49.690 kilometredir. Yere oranla 14.58 defa büyüktür. Yoğunluğunun az olmasından, sıcak gaz olduğunu söyleyenler vardır. Zorlukla görülen dört uydusu vardır.
Neptün, sekizinci gezegendir. Fransız astronomu Leverrer tarafından yapılan hesaplara göre böyle bir gezegenin var olduğu sonucuna varılmış ve 23 Eylül 1946 da Berlin rasathanesi müdürü Gali tarafından görülmüştür. Güneşe olan uzaklığı 4.490 milyar kilometredir. Güneşin çevresinde 164 yıl 280 günde dolanır. Yerin hecininden 60 defa büyüktür. Kütlenin gaz halinde olduğu sanılmaktadır.
Plüton, bilinen son gezegendir. Güneşten uzaklığı 5.920 milyar kilometredir. Güneş çevresinde 24 yıl 166 günde dolanır. Çapının 4.000 kilometre olduğu sanılmaktadır. En kuvvetli dürbünlerle bir sönük nokta gibi görünür. Bu gezegene ait bilgiler çok azdır.
Gezegenlerin, Güneş'e olan uzaklıkları değişiktir. Bu sebeple, uzaklıklara göre değişen büyüklükte bir elips üzerinde dolanırlar. Her yıldızın, Güneş etrafında donanma süresi başka başkadır.
Güneş etrafında, belli başlı dokuz gezegen dolanır. Bunlar, Güneş sistemini meydana getirirler. Güneş etrafında dolanan bu dokuz gezegen. Güneşten olan uzaklıklarına göre, şunlardır: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton.
Merkür (Utarid), Gezegenlerden Güneşe en yakın olanıdır. Güneşten uzaklığı 57,8 milyon kilometredir. Güneş etrafında 88 günde dolanır ve Ay gibi safhalar gösterir. Kendi ekseni çevresinde îse 24 saat 23 dakika (bazı astronomlara göre 88 günde) döner. Ortalama çapı 4.850. kilometredir. Dünya'dan 22,6 defa küçüktür. Güneşe çok yakın olduğu için çok sıcaktır. Ortalama sıcaklığı 200 dereceyi bulur. Şimdiye kadar bir uydusu görülmemiştir. Atmosferinin de olmadığı sanılmaktadır.
Venüs (Zühre), İkinci gezegendir. Güneşe uzaklığı 108 milyon kilometredir. Güneş çevresinde 225 günde dolanır. Ekseni etrafında dönme süresi belli değildir. Dünyadan, daima büyük bir bulut tabakası ile örtülmüş görünür. Bundan dolayı, kendi ekseni etrafında dönme süresi bilinmemektedir. Çapı, 12.240 kilometredir, bu duruma göre Dünya'ya yakın bir büyüklüktedir. (Hacmi Dünya'nın 9/10'u kadardır). Çoklukla Güneş doğmadan ya da battıktan 3 saat önce ya da sonra görünür. Bu halinden dolayı bu gezegene “Sabah yıldızlı” ya da “Akşam yıldızı” adı verilir. Atmosferi olduğu sanılmaktadır.
Dünya (Yer), Merkür ve Venüs'ten sonra gelen üçüncü gezegendir Mars (Merih), Güneşten itibaren dördüncü gezegendir. Güneşe olan uzaklığı 228 milyon kilometredir. Yörüngesi üzerinde 687 günde dolaşır, kendi ekseni etrafında 24 saat 37 dakikada döner, Çapı 6.800 kilometredir. Dünyadan 6.61 kere daha büyük Dünya'daki atmosfer gibi bir atmosferi vardır. Bu kutbunda görülüp kaybolan beyazlıkların bulunmasından, üzerinin zaman zaman bulutlarla kaplı olmasından, bu gezegende su ve atmosferin bulunduğuna delil sayılmaktadır.
Bu arada yapılan incelemelere göre de kara ve denizlerin varlığı kabul edilmektedir. Yapılan bu araştırmalar sonucu, bu gezegende hayat olduğu kanısına varılmıştır. İki tane uydusu vardır. Jüpiter (Müşteri), Güneşten itibaren beşinci gezegendir. Güneşe olan uzaklığı 777 milyon kilometredir. Güneş çevresinde 11.86 yılda, kendi ekseni çevresinde 9 saat 15 dakikada dolanır. Bu gezegen, bütün gezegenlerin en büyüğüdür. Hacmi Dünya'dan 1.340 kere daha büyüktür. Kuvvetli dürbünlerle bakıldığında yüzeyinde büyüklükleri eşit olmayan bir takım lekeler görülür. Bu lekelerin yerlerinin daima değişmesinde bir atmosfer tabakasına sahip olduğu sanılmaktadır. 9 uydusu vardır.
Satürn (Zühal), Altıncı gezegendir. gök yüzünde sarımtırak renkte görülür. Güneşe olan uzaklığı 1.425 milyar kilometredir. Güneş çevresinde 29,46 yılda dolanır; kendi ekseni çevresinde 10 saat 38 dakikada döner.
Dünya'dan 94.92 defa daha büyüktür. Yapılan incelemelerde, çevresinde birçok halkanın bulunduğu görülmüştür. Bu halkalar, sayılamayacak kadar çok küçük cisimlerin meydana getirdikleri halkalardır ve bir uydu gibi gezegen çevresinde dolanırlar. Atmosfer tabakasının bulunduğu ve su buharına sahip olduğu, yapılan gözlemlerle anlaşılmıştır. 10 tane uydusu vardır.
Uranüs, yedinci gezegendir. Herscel (1738 - 1822) tarafından 1781 de bulunmuştur. Güneşe olan uzaklığı 2,866 milyar kilometredir Güneş çevresinde 84 yıl 7 günde dolanır. Kendi etrafın. da 10 saatte döndüğü sanılmaktadır. Ortalama çapı 49.690 kilometredir. Yere oranla 14.58 defa büyüktür. Yoğunluğunun az olmasından, sıcak gaz olduğunu söyleyenler vardır. Zorlukla görülen dört uydusu vardır.
Neptün, sekizinci gezegendir. Fransız astronomu Leverrer tarafından yapılan hesaplara göre böyle bir gezegenin var olduğu sonucuna varılmış ve 23 Eylül 1946 da Berlin rasathanesi müdürü Gali tarafından görülmüştür. Güneşe olan uzaklığı 4.490 milyar kilometredir. Güneşin çevresinde 164 yıl 280 günde dolanır. Yerin hecininden 60 defa büyüktür. Kütlenin gaz halinde olduğu sanılmaktadır.
Plüton, bilinen son gezegendir. Güneşten uzaklığı 5.920 milyar kilometredir. Güneş çevresinde 24 yıl 166 günde dolanır. Çapının 4.000 kilometre olduğu sanılmaktadır. En kuvvetli dürbünlerle bir sönük nokta gibi görünür. Bu gezegene ait bilgiler çok azdır.
Üzerinde yaşadığımız yer yuvarlağı. Güneş sisteminin gezegenlerdendir. Güneşten uzaklık bakımından üçüncü (Güneşten ortalama uzaklığı 149.481.000 km.), bu sistemdeki büyüklüğü bakımından beşinci (yüzölçümü 509.200.000 kilometrekare) dir. Dünyanın ağırlığı 5.977 trilyon ton, hacmi 1.082.841.310.000 kilometreküp, ekvatordaki çemberi 40.076. 423 metre, ekvatordaki çapı 12.726 kilometredir. Dünyada yaşayan insanların sayısı 2.995.000.000 dur.
Dünyanın oluşu : Dünyanın oluşu hakkında birçok teoriler vardır. Bunların en önemlilerinden! biri olan “KantLaplace teorisi”ne göre, Dünyanın güneşten kopmuş, yuvarlak ve kızgın ateş; halinde bulunan bir parça olduğu sanılmaktadır. İlkin dünyanın, güneş ve öbür gezegenlerle birlikte bir kütle halinde bulunan bir parça olduğu sanılmaktadır.İlkin dünya, güneş ve öbür gezegenlerle birlikte bir bütün kütle halinde bulunuyordu. Merkezi parlak olan bu kütlenin çevresi gaz ve buhar moleküllerinden yapılmıştı. Bu büyük kütle, çok soğuk olan uzayda dönerken, sahip olduğu ısının bir kısmını çevresine dağıtarak soğumağa başlıyordu.
Bu soğumanın etkisi ile, bu kütlenin bazı cisimleri yoğunlaşmağa başlamış, gaz tabakası da, merkez kısmına yaklaşmış ve hacmi küçülmüştür. Böylece merkezin etrafında bir halka meydana gelmiş, yoğunlaşma sebebiyle kütlenin dönme hareketinin hızı artmıştır. Dönme hızı artan bu kütlenin dış yüzeyinin bütün kısımları aynı zamanda soğuyup yoğunlaşmamış, bazı kısımları gaz kitleler halinde konarak çok uzaklara gitmiştir Bu gaz kütleler, esas kütlenin çekim kuvvetinden kurtulamadıkları için bunun çevresinde dönmeğe başlamışlardır. Halkalar koptukça bu kütle (yani güneşin) nin hacmi küçülmesine başlamışlardır. Halkalar koptukça bu azalmıştır. Hızın azalması ile sonradan kopan halkalar, öncekiler kadar büyük olmadıkları gibi, çok uzaklara da gidememişlerdir.
İlk kopan ve kütlenin çevresinde yer alan parça Plüton olmuş, sırasıyla Neptün, Uranüs, Satürn, Jüpiter, Merih (Mars), Dünya, Venüs, Merkür, birbirini takip etmişler. Böylece dünya, gezici yıldızlar arasında, güneş kütlesinden kopup ayrılan yedinci dereceden bir gezegen olmuştur.
Zamanla ,soğuma sonucu her gezegende çeşitli cisimlerin bir noktada toplanmalarıyla bir çekirdek meydana gelmiş ,bu çekirdek, çevredeki gaz halkanın yoğunlaşmasıyla büyümüş, böylece, gezegenler bazı noktalarda, yoğunluk sıralarına göre, güneş çevresinde dizilerek, aynı yön ve dönme hızı ile hem eksenleri etrafında, hem de bir elips olan yörüngeleri üzerinde dolanmaya başlamışlardır. Sonradan, bu gezegenler de, aynı mekanik olayların, etkisiyle bir ya da birçok uydular (peyk) meydana getirmişlerdir.
Dünya, güneşten ayrıldıktan sonra, yoğunlaşma dolayısıyla kaybettiği ısı ile yavaş yavaş soğumağa başlamış, çevresindeki gazlar sıvılaşmış, üstünde de gayet ince bir kabuk meydana gelmiştir. Bu kabuk, atmosfer tabakasıyla merkezdeki ateş tabakasını birbirinden ayırmıştır.
Bu kabuk, dünya çevresinin her tarafında aynı zamanda soğuyup katılaşmadığı için önce büyük levhalar halinde katılaşan tek parçalar, ateş tabakasının yüzeyinde yüzmeğe başlamışlardır. Zamanla bu yüzden parçalar yan yana gelerek düzensiz bir mozaik meydana getirmişlerdir. Bunlar arasında çeşitli büyük kütlelerden yapılmış ve ağırlıkları fazla olan parçalar, yüzeyleri düz ve üzerinde deniz bulunduğu için ağırlıkları az olanlara nispetle ateş tabakasına daha çok gömülmüşlerdir. Bu sonuca göre, yerkabuğunun kalınlığı her tarafta aynı olmamış, kalınlık, denizlerin altında daha az, karalarda daha çok olmuştur.
Dünyanın soğuması devam ettikçe, kabuğun kalınlaşması fazlalaşmış, ateş halinde olan merkez çekirdeğinin (Barisfer) hacmi küçüldüğünden, kabuğun üzerinde kıvrımlar meydana gelmiş, öbür taraftan çekirdeğin üzerindeki ateş tabakası, içerden kabuğa yaptığı basınç sebebiyle, kabukta meydana getirdiği bazı çatlaklardan dışarı fırlamış, yüzeye çıkarak katılaşmıştır. Aynı zamanda dünyayı saran atmosfer tabakası, kabuktan, yeter derecede ısı almadığından yoğunlaşmağa başlamış, bileşiminde bulunan oksijen ve hidrojen birleşerek, sıcak yağmurlar halinde yeryüzüne yağmağa başlamıştır. Kabuk üzerine düşen sıcak sular, rastladıkları eriyebilen maddeleri (clor, sodyum, baryum gibi) beraberinde sürükleyerek çukurları doldurmuş ve denizleri meydana getirmiştir.
Ateş tabakası (pirosfer) ısısını kaybettikçe, karalar yükselmiş, denizler derinleşmiş; çukurlarda sular soğumağa başlayınca hayatın ilk belirtileri görülmüştür. Bu bileşimdeki ağır maddelerin oranı derinlere inildikçe artar. Meselâ 2.000 kilometre derinlikten bir örnek alıp da çözümleyebilsek demirin oranının çok arttığını görürüz. yer kabuğundaki ağır ve hafif kayaların durumu da, yeryüzünün şekillenmesine, dağlar ve denizlerin meydana gelmesine yol açmıştır.
Dünyanın genel yapılışı : Dünya, İç İçe geçmiş merkezleri bir, küre şeklinde beş esas tabakadan yapılmıştır.
Atmosfer tabakası, kalınlığı 160 Milimetreye kadar varan gaz bir küredir Hidrosfer tabakası, aynı zamanda “su küresi” adı ile de bilinir. Yer yüzümün dörtte üçünü meydana getirir. Fiziksel ve kimyasal etkinlikleriyle yerkabuğunun değişmesinde, önemli rol oynar. İçinde canlılar yaşar.
Litosfer tabakası, “taş küre”adını da alır. Kalınlığı ortalama olarak 60 km., yoğunluğu 2,5r3 tür. Pirosfer tabakası, ateş tabakasıdır, “Magma” adı ile de bilinir. 1,200 km., kalınlığında 475 yoğunluğundadır. Yanardağ lâvları buradan çıkar
Barisfer tabakası, ağır küre adını alır. Dünyanın çekirdeğini meydana getirir. Yoğunluğu II dir. Demir, nikel gibi ağır maddelerden yapılmıştır. Pirosferin sıcaklığı ve üstündeki tabakaların basınçları ile, bir teoriye göre, katı haldedir.
Şekli : Dünya, küreye yakın biçimdedir. Ancak, ekvatordaki çapı 12.756.77S metre olmasına karşılık, kutuplar arasındaki çapı 21.713.834 metredir. Böylece, küre görünüşünde olan dünya, kutuplarda basıklık gösterir. Dünyanın, küreye yakın biçiminde olduğu XV. yüzyıldan sonra anlaşılmağa başlamıştır. Bu yüzyılda Avrupalı gemicilerin uzun gezilere çıkmaları ile dünyanın yuvarlak olduğu kanısına varılmış, sonradan yapılan bilimsel araştırmalarla, dünyanın küreye yakın biçimde bulunduğu anlaşılmıştır.
Hareketleri : Sürekli olarak hareket eden dünyanın iki çeşit hareketi vardır. Bu hareketlerden birisi kendi ekseni etrafında olur ve batıdan doğuya doğrudur. Bu dönmesini 24 saatte tamamlar. Dünyanın kendi ekseni etrafındaki bu dönmesi ile birlikte olan ikinci hareketi ,güneş etrafındadır. Güneş etrafında dünya, elips şeklinde çok geniş bir yörünge üzerindeki hareketini de 365 1/4 günde, yani bir yılda tamamlar. Dünyanın kendi ekseni etrafındaki ve güneş etrafındaki bu iki hareketi, iki önemli olaya sebep verir. Kendi ekseni etrafında dönmesi ile gece ve gündüz, güneşin etrafında dönmesi ile mevsimler meydana gelir. Dünyanın yüzeyi : Dünyanın yüzölçümü 509.200.000 kilometrekaredir. Bunun % 70 denizler 360.600.000 kilometrekare, % 39,u karalar ,148.600.000 kilometrekare dir. Kuzey kutup çevresinde karalarla çevrilmiş bir deniz, Güney Kutup çevresinde denizlerle kuşatılmış bir kara parçası vardır. Bütün karaların 2/3 ü Kuzey Yarımküresindedir. Dünyada, Ekvator dairesi ve kutup noktaları göz önüne alınmaksızın, karaların en çok bulunduğu bölüme “Karalar Yarımküresi”, denizlerin en çok bulunduğu bölüme “Denizler Yarımküresi” denir.
Kuzey ve Güney kutup noktalarından aynı uzaklıkta bulunan ve dünyayı iki eşit parçaya bölen daireye “Ekvator”adı verilir. Dünyanın Ekvatorun kuzeyinde kalan bölümüne “Kuzey Yarım küre”, güneyinde kalan bölümüne “Güney Yarımküre” denir.
Karalar, yer yer büyük kütleler meydana getirmiştir ve büyük kara parçalan, “kıta” adı ile anılır. En büyük kıta Asya'dır. Avrupa, Asya'nın bir yarım adası halindedir. Afrika kıtası Asya’dan ve Avrupa'dan Akdeniz, Kızıldeniz ve Cebelitarık boğazı ile ayrılır. Bu üç kıta, Akdeniz milletlerince, eski çağlardan beri bilindiği için “Eski Dünya” diye anılırlar.
Büyük Okyanus'taki adalar Avustralya ve büyük denizlerle eski dünyadan ayrılmış olan Amerikalar, “Yeni Dünya” kıtaları olarak bilinir. Güney Kutuptaki kara parçasına da Antarktika adı verilir.
Denizler Dünyanın büyük çukurluklarını dolduran ve birbirleriyle bağlantıları olan tuzlu su topluluklarıdır. Bütün denizlerin yüzeyi aynı seviyededir. Yeryüzünde “Okyanus” adı verilen üç büyük deniz vardır. Bunlar, Büyük Okyanus, Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusudur.
Dünyanın oluşu : Dünyanın oluşu hakkında birçok teoriler vardır. Bunların en önemlilerinden! biri olan “KantLaplace teorisi”ne göre, Dünyanın güneşten kopmuş, yuvarlak ve kızgın ateş; halinde bulunan bir parça olduğu sanılmaktadır. İlkin dünyanın, güneş ve öbür gezegenlerle birlikte bir kütle halinde bulunan bir parça olduğu sanılmaktadır.İlkin dünya, güneş ve öbür gezegenlerle birlikte bir bütün kütle halinde bulunuyordu. Merkezi parlak olan bu kütlenin çevresi gaz ve buhar moleküllerinden yapılmıştı. Bu büyük kütle, çok soğuk olan uzayda dönerken, sahip olduğu ısının bir kısmını çevresine dağıtarak soğumağa başlıyordu.
Bu soğumanın etkisi ile, bu kütlenin bazı cisimleri yoğunlaşmağa başlamış, gaz tabakası da, merkez kısmına yaklaşmış ve hacmi küçülmüştür. Böylece merkezin etrafında bir halka meydana gelmiş, yoğunlaşma sebebiyle kütlenin dönme hareketinin hızı artmıştır. Dönme hızı artan bu kütlenin dış yüzeyinin bütün kısımları aynı zamanda soğuyup yoğunlaşmamış, bazı kısımları gaz kitleler halinde konarak çok uzaklara gitmiştir Bu gaz kütleler, esas kütlenin çekim kuvvetinden kurtulamadıkları için bunun çevresinde dönmeğe başlamışlardır. Halkalar koptukça bu kütle (yani güneşin) nin hacmi küçülmesine başlamışlardır. Halkalar koptukça bu azalmıştır. Hızın azalması ile sonradan kopan halkalar, öncekiler kadar büyük olmadıkları gibi, çok uzaklara da gidememişlerdir.
İlk kopan ve kütlenin çevresinde yer alan parça Plüton olmuş, sırasıyla Neptün, Uranüs, Satürn, Jüpiter, Merih (Mars), Dünya, Venüs, Merkür, birbirini takip etmişler. Böylece dünya, gezici yıldızlar arasında, güneş kütlesinden kopup ayrılan yedinci dereceden bir gezegen olmuştur.
Zamanla ,soğuma sonucu her gezegende çeşitli cisimlerin bir noktada toplanmalarıyla bir çekirdek meydana gelmiş ,bu çekirdek, çevredeki gaz halkanın yoğunlaşmasıyla büyümüş, böylece, gezegenler bazı noktalarda, yoğunluk sıralarına göre, güneş çevresinde dizilerek, aynı yön ve dönme hızı ile hem eksenleri etrafında, hem de bir elips olan yörüngeleri üzerinde dolanmaya başlamışlardır. Sonradan, bu gezegenler de, aynı mekanik olayların, etkisiyle bir ya da birçok uydular (peyk) meydana getirmişlerdir.
Dünya, güneşten ayrıldıktan sonra, yoğunlaşma dolayısıyla kaybettiği ısı ile yavaş yavaş soğumağa başlamış, çevresindeki gazlar sıvılaşmış, üstünde de gayet ince bir kabuk meydana gelmiştir. Bu kabuk, atmosfer tabakasıyla merkezdeki ateş tabakasını birbirinden ayırmıştır.
Bu kabuk, dünya çevresinin her tarafında aynı zamanda soğuyup katılaşmadığı için önce büyük levhalar halinde katılaşan tek parçalar, ateş tabakasının yüzeyinde yüzmeğe başlamışlardır. Zamanla bu yüzden parçalar yan yana gelerek düzensiz bir mozaik meydana getirmişlerdir. Bunlar arasında çeşitli büyük kütlelerden yapılmış ve ağırlıkları fazla olan parçalar, yüzeyleri düz ve üzerinde deniz bulunduğu için ağırlıkları az olanlara nispetle ateş tabakasına daha çok gömülmüşlerdir. Bu sonuca göre, yerkabuğunun kalınlığı her tarafta aynı olmamış, kalınlık, denizlerin altında daha az, karalarda daha çok olmuştur.
Dünyanın soğuması devam ettikçe, kabuğun kalınlaşması fazlalaşmış, ateş halinde olan merkez çekirdeğinin (Barisfer) hacmi küçüldüğünden, kabuğun üzerinde kıvrımlar meydana gelmiş, öbür taraftan çekirdeğin üzerindeki ateş tabakası, içerden kabuğa yaptığı basınç sebebiyle, kabukta meydana getirdiği bazı çatlaklardan dışarı fırlamış, yüzeye çıkarak katılaşmıştır. Aynı zamanda dünyayı saran atmosfer tabakası, kabuktan, yeter derecede ısı almadığından yoğunlaşmağa başlamış, bileşiminde bulunan oksijen ve hidrojen birleşerek, sıcak yağmurlar halinde yeryüzüne yağmağa başlamıştır. Kabuk üzerine düşen sıcak sular, rastladıkları eriyebilen maddeleri (clor, sodyum, baryum gibi) beraberinde sürükleyerek çukurları doldurmuş ve denizleri meydana getirmiştir.
Ateş tabakası (pirosfer) ısısını kaybettikçe, karalar yükselmiş, denizler derinleşmiş; çukurlarda sular soğumağa başlayınca hayatın ilk belirtileri görülmüştür. Bu bileşimdeki ağır maddelerin oranı derinlere inildikçe artar. Meselâ 2.000 kilometre derinlikten bir örnek alıp da çözümleyebilsek demirin oranının çok arttığını görürüz. yer kabuğundaki ağır ve hafif kayaların durumu da, yeryüzünün şekillenmesine, dağlar ve denizlerin meydana gelmesine yol açmıştır.
Dünyanın genel yapılışı : Dünya, İç İçe geçmiş merkezleri bir, küre şeklinde beş esas tabakadan yapılmıştır.
Atmosfer tabakası, kalınlığı 160 Milimetreye kadar varan gaz bir küredir Hidrosfer tabakası, aynı zamanda “su küresi” adı ile de bilinir. Yer yüzümün dörtte üçünü meydana getirir. Fiziksel ve kimyasal etkinlikleriyle yerkabuğunun değişmesinde, önemli rol oynar. İçinde canlılar yaşar.
Litosfer tabakası, “taş küre”adını da alır. Kalınlığı ortalama olarak 60 km., yoğunluğu 2,5r3 tür. Pirosfer tabakası, ateş tabakasıdır, “Magma” adı ile de bilinir. 1,200 km., kalınlığında 475 yoğunluğundadır. Yanardağ lâvları buradan çıkar
Barisfer tabakası, ağır küre adını alır. Dünyanın çekirdeğini meydana getirir. Yoğunluğu II dir. Demir, nikel gibi ağır maddelerden yapılmıştır. Pirosferin sıcaklığı ve üstündeki tabakaların basınçları ile, bir teoriye göre, katı haldedir.
Şekli : Dünya, küreye yakın biçimdedir. Ancak, ekvatordaki çapı 12.756.77S metre olmasına karşılık, kutuplar arasındaki çapı 21.713.834 metredir. Böylece, küre görünüşünde olan dünya, kutuplarda basıklık gösterir. Dünyanın, küreye yakın biçiminde olduğu XV. yüzyıldan sonra anlaşılmağa başlamıştır. Bu yüzyılda Avrupalı gemicilerin uzun gezilere çıkmaları ile dünyanın yuvarlak olduğu kanısına varılmış, sonradan yapılan bilimsel araştırmalarla, dünyanın küreye yakın biçimde bulunduğu anlaşılmıştır.
Hareketleri : Sürekli olarak hareket eden dünyanın iki çeşit hareketi vardır. Bu hareketlerden birisi kendi ekseni etrafında olur ve batıdan doğuya doğrudur. Bu dönmesini 24 saatte tamamlar. Dünyanın kendi ekseni etrafındaki bu dönmesi ile birlikte olan ikinci hareketi ,güneş etrafındadır. Güneş etrafında dünya, elips şeklinde çok geniş bir yörünge üzerindeki hareketini de 365 1/4 günde, yani bir yılda tamamlar. Dünyanın kendi ekseni etrafındaki ve güneş etrafındaki bu iki hareketi, iki önemli olaya sebep verir. Kendi ekseni etrafında dönmesi ile gece ve gündüz, güneşin etrafında dönmesi ile mevsimler meydana gelir. Dünyanın yüzeyi : Dünyanın yüzölçümü 509.200.000 kilometrekaredir. Bunun % 70 denizler 360.600.000 kilometrekare, % 39,u karalar ,148.600.000 kilometrekare dir. Kuzey kutup çevresinde karalarla çevrilmiş bir deniz, Güney Kutup çevresinde denizlerle kuşatılmış bir kara parçası vardır. Bütün karaların 2/3 ü Kuzey Yarımküresindedir. Dünyada, Ekvator dairesi ve kutup noktaları göz önüne alınmaksızın, karaların en çok bulunduğu bölüme “Karalar Yarımküresi”, denizlerin en çok bulunduğu bölüme “Denizler Yarımküresi” denir.
Kuzey ve Güney kutup noktalarından aynı uzaklıkta bulunan ve dünyayı iki eşit parçaya bölen daireye “Ekvator”adı verilir. Dünyanın Ekvatorun kuzeyinde kalan bölümüne “Kuzey Yarım küre”, güneyinde kalan bölümüne “Güney Yarımküre” denir.
Karalar, yer yer büyük kütleler meydana getirmiştir ve büyük kara parçalan, “kıta” adı ile anılır. En büyük kıta Asya'dır. Avrupa, Asya'nın bir yarım adası halindedir. Afrika kıtası Asya’dan ve Avrupa'dan Akdeniz, Kızıldeniz ve Cebelitarık boğazı ile ayrılır. Bu üç kıta, Akdeniz milletlerince, eski çağlardan beri bilindiği için “Eski Dünya” diye anılırlar.
Büyük Okyanus'taki adalar Avustralya ve büyük denizlerle eski dünyadan ayrılmış olan Amerikalar, “Yeni Dünya” kıtaları olarak bilinir. Güney Kutuptaki kara parçasına da Antarktika adı verilir.
Denizler Dünyanın büyük çukurluklarını dolduran ve birbirleriyle bağlantıları olan tuzlu su topluluklarıdır. Bütün denizlerin yüzeyi aynı seviyededir. Yeryüzünde “Okyanus” adı verilen üç büyük deniz vardır. Bunlar, Büyük Okyanus, Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusudur.
Yedi yıldızdan meydana gelen bir takım yıldız. Kuzey Yıldızının kolayca bulunmasını sağlar.
Bu yıldızlar ve yakınlarındaki ikinci derecede yıldızlar arasında var sayılan bir çizgi ile ayıya benzeyen bir şekil meydana geldiği için, bu ad eski gözlemciler tarafından verilmiştir. Bu takımyıldızın yakınlarında aynı şekle benzer daha küçük bir takım yıldıza dar “Küçük Ayı” denmektedir.
Bu yıldızlar ve yakınlarındaki ikinci derecede yıldızlar arasında var sayılan bir çizgi ile ayıya benzeyen bir şekil meydana geldiği için, bu ad eski gözlemciler tarafından verilmiştir. Bu takımyıldızın yakınlarında aynı şekle benzer daha küçük bir takım yıldıza dar “Küçük Ayı” denmektedir.
Zodyak üzerinde bulunan on iki takım yıldızın ortak adı. Burçlar, gök küresi üzerinde kendi hizalarında bulunan on iki takım yıldızın adlarıyla anılırlar. Bu adlar M.Ö. Bin yılına doğru konulmuştur. On iki burç, şunlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık.
Yer yuvarlığının çevresinde dönen ver Yer'in uydu (peyk) su olan gezegen. Yer den 5 defa küçük ve Yer'e olan uzaklığı ortalama olarak 384.000 kilometredir. (Yer'in etrafında eliptik bir yörünge etrafında hareket ettiğinden Yer'e olan uzaklığı sabit değildir. En yakın bulunduğu zaman 363.000 kilometre uzaklıktadır).
Ay'ın kendisi bir ışık kaynağı değildir; sönük bir cisimdir. Güneş ışığı ile aydınlanır. Yer'den bakıldığı zaman görülen parlaklık güneş ışığının Ay'ın yüzündeki yansımasından ileri gelir. Ay'ı hissedilebilir derecede bir atmosferi yoktur. Atmosferi olmadığı için de Yer'de olduğu gibi mavi bir göğü bulunmaz. Yaklaşık olarak 13.5 gün süren Ay gündüzünde ve aynı süre olan gecesinde gök her zaman karanlıktır. Atmosferin yokluğu aynı zamanda devamlı bir sessizliğin de Ay'da hüküm sürmesine sebep olmaktadır.
Yer'e en yakın gök cismi olması sebebi ile devamlı araştırmaların konusu olan Ay'a çok büyülten bir dürbünle bakıldığında ,volkan kraterlerine benzeyen yüksek yerlerle denizlere benzeyen sincabı renkte geniş ovalar, birçok sıradağlar ve tepeler görülür. Bütün bu görülebilen oluşumlara, Yerdekilerine benzetilerek adlar verilmiştir.
Engin bir sessizlik içinde ölmüş bir âlem hissini veren bu gezegen, Yer'in uydusu olduğu için, Yer çekimine bağlı olarak Yer etrafında ve yerle birlikte güneş etrafında döner. Yer etrafındaki dönüşünü 29,5 günde tamamlar. “Kamerî ay” denilen zaman ölçüsü, Ay'ın bu dönüşünden alınmıştır. Bu dönüşler sırasında, yüzünde yansımaya uğrayan güneş ışığının az ya da çoğu yere olduğuna göre, Ay, hilâl, yarım daire, tam daire gibi değişik parlaklık şekillerinde görülür. Bunlara Ay'ın safhaları (fazları) denir. Ay hilâl ya da yarım daire şeklinde görüldüğü zaman aydın olmayan görünmeyen kısmı büsbütün karanlık değildir. Bu kısım hafif ateşli, kül renginde görünür.
Güneş, Yer ve Ay bir doğru üzerinde bulunur, ve yer ortada olursa bir güneş tutulması olur.
Gece ve göncüz arasındaki sıcaklık farkının 200 dereceye kadar büyük olduğu anlaşılan Ay'ın yer üzerinde olan etkilerinin en önemlisi gel-git olaylarını meydana getiren çekme etkisidir.
AYA SEYAHAT, Bir uzay gemisi içinde Yerden ayrılıp Ay'a ya da diğer yıldızlara gitmek problemi, insan zekâsını meşgul eden, fakat şimdiye kadar gerçekleştirilmieen hayallerden biri olmuştur.
Ay'a ya da başka bir gök cismine seyahat için başlıca iki problem vardır: 1 - Bir cismin Yer'den kurtularak Ay'a ya da başka gök cisimlerine ulaşabilmesi için, ilkin Yer'in çekiminde kurtulmayı gerektirecek hıza (kaçma hızı) sahip olması gerekir. Bu da saniyede 11.180 metre (saatte 40.248 kilometre) dir. Böyle bir hızla Yer'den uzaklaşan bir uzay gemisinde bulunan insanların bu büyük hız değişmelerine dayanabilmeleri şartları.
Temsilî olarak Aydan dünyanın görünüşünün hesap edilmesinin de gerekeceği tabiidir.
2 — Yer çekiminden kurtulduktan sonra, gidilmek istenen gök cismine parçalanmadan inmenin ve Yer'e tekrar dönmenin şartlarının ve imkânlarının tespit edilmesi gerekir.
İmkânsız gibi görülen ve şimdiye kadar da hayal olmaktan öte gidemeyen Ay'a ve öbür gök cisimlerine gitmek fikri, İkinci Dünya Savasından bu yana hayal olmaktan çıkmış durumdadır. Amerika Birleşik Devletlerinde ve Sovyet Rusya'da son yıllarda yapılan araştırmalar ve deneyler, Ay'a ve öbür gök cisimlerine gidebilmek fikrini, her gün biraz aha gerçekleştirmeğe doğru gitmektedirler. Bu iki devletini Yer çekiminin etkimden kurtulan hızı elde ederek sun'i uydular yapmayı başarmaları ve çeşitli tecrübelerle böyle bir seyahat için gerekli pek çok bilgiyi ve teknik imkânı elde etmeleri Ay'a ya da öbür gök cisimlerine yakın bir gelecekte gidebilmenin mümkün olabileceğini göstermiştir.
Bu araştırma ve deneylerin sonucu olarak , bir taraftan Amerikan Birleşik devletleri, bir taraftan da Sovyetler Birliği tarafından, ilkin yer çekiminden kurtulan sun'î uydular meydana getirilmiş, bunlar, Yer'in yörüngesi etrafında dönebilir duruma gelmiştir. Yer çikiminden tamamen kurtulabilecek büyük bir hıza sahip olan bu sun'î uydular yardımı ile yapılan devamlı çalışmalar sonucu Ay'a, şimdiye kadar bilinen bütün hızlardan da üstün olan bir hızla ilk defa bir füze, Sovyetler Birliği tarafından fırlatılmış ,böylece Yer yüzü tarihinde ilk defa, yabancı bir gök cismine, Yerden bir cisim gönderilme başarısına ulaşılmıştır.
AY TUTULMASI
Yer'in Güneş ile Ay arasına gelmesi ile Ay'ın Güneş ışığını alamayarak Yerin gölgesi içine girmesi hali, Aynı yörünge düzlemi için, bu olay ayın Yer'i her dolanışında olmaz. Ay, tamamen tam gölge içine girerse bir “tam ay tutulması”, bir parçası gölgeye girerse “kısmî ay tutulması” olur.
Ay'ın kendisi bir ışık kaynağı değildir; sönük bir cisimdir. Güneş ışığı ile aydınlanır. Yer'den bakıldığı zaman görülen parlaklık güneş ışığının Ay'ın yüzündeki yansımasından ileri gelir. Ay'ı hissedilebilir derecede bir atmosferi yoktur. Atmosferi olmadığı için de Yer'de olduğu gibi mavi bir göğü bulunmaz. Yaklaşık olarak 13.5 gün süren Ay gündüzünde ve aynı süre olan gecesinde gök her zaman karanlıktır. Atmosferin yokluğu aynı zamanda devamlı bir sessizliğin de Ay'da hüküm sürmesine sebep olmaktadır.
Yer'e en yakın gök cismi olması sebebi ile devamlı araştırmaların konusu olan Ay'a çok büyülten bir dürbünle bakıldığında ,volkan kraterlerine benzeyen yüksek yerlerle denizlere benzeyen sincabı renkte geniş ovalar, birçok sıradağlar ve tepeler görülür. Bütün bu görülebilen oluşumlara, Yerdekilerine benzetilerek adlar verilmiştir.
Engin bir sessizlik içinde ölmüş bir âlem hissini veren bu gezegen, Yer'in uydusu olduğu için, Yer çekimine bağlı olarak Yer etrafında ve yerle birlikte güneş etrafında döner. Yer etrafındaki dönüşünü 29,5 günde tamamlar. “Kamerî ay” denilen zaman ölçüsü, Ay'ın bu dönüşünden alınmıştır. Bu dönüşler sırasında, yüzünde yansımaya uğrayan güneş ışığının az ya da çoğu yere olduğuna göre, Ay, hilâl, yarım daire, tam daire gibi değişik parlaklık şekillerinde görülür. Bunlara Ay'ın safhaları (fazları) denir. Ay hilâl ya da yarım daire şeklinde görüldüğü zaman aydın olmayan görünmeyen kısmı büsbütün karanlık değildir. Bu kısım hafif ateşli, kül renginde görünür.
Güneş, Yer ve Ay bir doğru üzerinde bulunur, ve yer ortada olursa bir güneş tutulması olur.
Gece ve göncüz arasındaki sıcaklık farkının 200 dereceye kadar büyük olduğu anlaşılan Ay'ın yer üzerinde olan etkilerinin en önemlisi gel-git olaylarını meydana getiren çekme etkisidir.
AYA SEYAHAT, Bir uzay gemisi içinde Yerden ayrılıp Ay'a ya da diğer yıldızlara gitmek problemi, insan zekâsını meşgul eden, fakat şimdiye kadar gerçekleştirilmieen hayallerden biri olmuştur.
Ay'a ya da başka bir gök cismine seyahat için başlıca iki problem vardır: 1 - Bir cismin Yer'den kurtularak Ay'a ya da başka gök cisimlerine ulaşabilmesi için, ilkin Yer'in çekiminde kurtulmayı gerektirecek hıza (kaçma hızı) sahip olması gerekir. Bu da saniyede 11.180 metre (saatte 40.248 kilometre) dir. Böyle bir hızla Yer'den uzaklaşan bir uzay gemisinde bulunan insanların bu büyük hız değişmelerine dayanabilmeleri şartları.
Temsilî olarak Aydan dünyanın görünüşünün hesap edilmesinin de gerekeceği tabiidir.
2 — Yer çekiminden kurtulduktan sonra, gidilmek istenen gök cismine parçalanmadan inmenin ve Yer'e tekrar dönmenin şartlarının ve imkânlarının tespit edilmesi gerekir.
İmkânsız gibi görülen ve şimdiye kadar da hayal olmaktan öte gidemeyen Ay'a ve öbür gök cisimlerine gitmek fikri, İkinci Dünya Savasından bu yana hayal olmaktan çıkmış durumdadır. Amerika Birleşik Devletlerinde ve Sovyet Rusya'da son yıllarda yapılan araştırmalar ve deneyler, Ay'a ve öbür gök cisimlerine gidebilmek fikrini, her gün biraz aha gerçekleştirmeğe doğru gitmektedirler. Bu iki devletini Yer çekiminin etkimden kurtulan hızı elde ederek sun'i uydular yapmayı başarmaları ve çeşitli tecrübelerle böyle bir seyahat için gerekli pek çok bilgiyi ve teknik imkânı elde etmeleri Ay'a ya da öbür gök cisimlerine yakın bir gelecekte gidebilmenin mümkün olabileceğini göstermiştir.
Bu araştırma ve deneylerin sonucu olarak , bir taraftan Amerikan Birleşik devletleri, bir taraftan da Sovyetler Birliği tarafından, ilkin yer çekiminden kurtulan sun'î uydular meydana getirilmiş, bunlar, Yer'in yörüngesi etrafında dönebilir duruma gelmiştir. Yer çikiminden tamamen kurtulabilecek büyük bir hıza sahip olan bu sun'î uydular yardımı ile yapılan devamlı çalışmalar sonucu Ay'a, şimdiye kadar bilinen bütün hızlardan da üstün olan bir hızla ilk defa bir füze, Sovyetler Birliği tarafından fırlatılmış ,böylece Yer yüzü tarihinde ilk defa, yabancı bir gök cismine, Yerden bir cisim gönderilme başarısına ulaşılmıştır.
AY TUTULMASI
Yer'in Güneş ile Ay arasına gelmesi ile Ay'ın Güneş ışığını alamayarak Yerin gölgesi içine girmesi hali, Aynı yörünge düzlemi için, bu olay ayın Yer'i her dolanışında olmaz. Ay, tamamen tam gölge içine girerse bir “tam ay tutulması”, bir parçası gölgeye girerse “kısmî ay tutulması” olur.
Bulutsuz bir gecede zaman zaman bir yıldızın yerinden koparak kısa bir zaman sonra kaybolur gibi sönmesi olayı.
Bu olay gerçekte yıldız kayması olayı değildir. Belirli yörüngeler üzerinde hareket eden ve meteor denilen gök taşlarının yer yüzü atmosferine girmesi ile meydana gelir. Yeryüzü güneş etrafında dönerken böyle bir meteorun veya meteor sürüsünün yörüngesinden geçer ve bunların yer çekiminin etkisi altında kalmalarına, dolayısıyla atmosfere girerek yer yüzüne düşmelerine sebep olur. Atmosfer içinde sürtünme yüzünden sıcaklıkları yaklaşık olarak 2000 dereceye kadar yükseldiğinden kısmen ya da tamamen gaz halinde yanmaya başlarlar ve gecenin karanlığı içinde akan bir yıldız gibi görünürler.
Akanyıldızların oluşumları hakkında, bugün için kesin bir bilgi yoktur. Akanyıldızları, bazı bilginler, kuyruklu yıldızların bir kalıntısı olarak kabul etmektedirler.
Bu olay gerçekte yıldız kayması olayı değildir. Belirli yörüngeler üzerinde hareket eden ve meteor denilen gök taşlarının yer yüzü atmosferine girmesi ile meydana gelir. Yeryüzü güneş etrafında dönerken böyle bir meteorun veya meteor sürüsünün yörüngesinden geçer ve bunların yer çekiminin etkisi altında kalmalarına, dolayısıyla atmosfere girerek yer yüzüne düşmelerine sebep olur. Atmosfer içinde sürtünme yüzünden sıcaklıkları yaklaşık olarak 2000 dereceye kadar yükseldiğinden kısmen ya da tamamen gaz halinde yanmaya başlarlar ve gecenin karanlığı içinde akan bir yıldız gibi görünürler.
Akanyıldızların oluşumları hakkında, bugün için kesin bir bilgi yoktur. Akanyıldızları, bazı bilginler, kuyruklu yıldızların bir kalıntısı olarak kabul etmektedirler.