Bilgi-wiki

Basra körfezinin batısında, Arabistan kıyılarının yakınında bulunan adalar grubu. Beşi büyük, üçü küçük sekiz adadan meydana gelmiştir. Yerleşme beş büyük adadır. Bu adadalar Asurlu'lar zamanında zapt edilmiş, Orta Çağ'da Abbasîlerin egemenliğine geç. mistir. Daha sonraları Portekizliler'in, İranlılar'ın Osmanlılar'ın eline geçmiş, 1861 yılından itibaren İngilizler'in egemenliği altına girmiştir. Adalar halkı eski yaşayış ve geleneklerini bırakmamışlardır. İlkel bir medeniyet seviyesindedirler. Gerek petrol yatakları olması bakımından, gerekse stratejik (uçak ve donanma üssü) bakımından önemlidir.
Kalayla kurşunun eritilerek birbirine karışmasından elde edilen bir alaşım. Teneke gibi ince madensel levhaların birbirine eklenmesi, bunlardaki deliklerin kapanmasında kullanılır. Lehimde % 36 kursun, % 64 kalay bulunur. Bu alaşım 181 derecede erir.
Kuzey Amerika'nın kuzey-batı bölümünde, Amerika Birleşik Devletlerinden biri. Yüzölçümü 879.600 kilometre, kare, nüfusu 226.167 dir.

1887 yılında Rusyadan 7.200,000 dolara satın alınmıştır. Amerika Dışişleri Bakanı Seward'ın teşebbüsü ile alman ve satış sırasında “Seward Budalığı” ismi verilen bu yerlerde, sonradan o kadar çok altın madeni bulunmuştur ki; 25 yıl içinde bu bölgeden elde edilen altın, ödenen bedelin kırk beş mislini bulmuştur.

Kuzey Amerika'nın kuzeyinde, batı. ya doğru büyük bir yarımada halinde uzanır ve Asya'dan Bering boğazı ile ayrılır. Kuzey Amerika'nın en yüksek noktası olan 687 metre yüksekliğindeki McKinley Dağı buradadır. En uzun nehri olan Yukon ve Kuskokvim, Bering denizine dökülürler. Güney kısımları dışında iklimi son derece soğuktur.

Yerli halkı Eskimolar olan bu bölge, yer yüzünün, “Avcılar Cenneti” denecek özellikte bir bölgedir. Ren geyikleri, kürk hayvanları ve balıkçılık önemli bir gelir kaynağıdır. Günden güne artan kömür ve petrol istihsalinin yanın. da altın, bakır, gümüş ve kalay madenleri önemli bir yer tutar.

Uzun uğraşmalardan sonra Kongre, ye bir temsilci göndermek hakkını almış, 1912 yılında da yerli bir hükümet kurulmuştur. Bu hükümetin başında Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı tarafından dört yıl müddetle tâyin edilen bir vali bulunuyordu. Alaska'ya bir devlet statüsünün verilmesi meselesi, Amerika'da sık sık tartışma konusu olmuştur. Sonunda Alaska, 1959 yılında A.B.D. ne 49. devlet olarak katılmıştır.
Rüzgârla yükselip atılan su kütlesi. Deniz ya da göl gibi geniş sularda rüzgârla tümsek tümsek yükselerek harekete getirilen su kütleleri, bazen 12 metre yüksekliklere kadar çıkarak denizin ya da gölün yüzeyinin devamlı olarak dalgalı halde olması sonucunu doğururlar. Dalgaları meydana getiren su damlacıkları yerinden ayrılmazlar. Rüzgârın etkisi ile hacminde değişiklik olan su yüzeyi, bu yüzey değişikliğini ve biçimini, su damlacıkları aracı ile devam ettirmiş olurlar. Bu sebeple, dalgalar İçinde bulunan bir cisim (bir gemi, bir kayık) dalgaların etkisi ile yükselip al-çaldığı halde, aynı yerde kalabilir. Su damlacıkları, yalnız, kıyıya yakın yerlerde bulundukları yerlerden ayrılarak, kıyıya doğru yer değiştirirler. Dalgalar 20 - 40 metre derinliğe kadar etkilerini gösterirler. Daha derinlerde dalgaların etkisi olmaz.
Yumrukla oynanan ve belli kurallara göre uygulanan bir spor. Silâhsız bir mücadele şekli olması bakımından tarih öncesi insan topluluklarından beri bütün tarih devirlerinde geniş şekilde uygulanan boks, eski Yunanlılarda spor haline gelmiş, hatta ilk olimpiyatlarda bile önemli bir yer tutmuştur. Fakat boksun spor olarak yayılması XVIII. yüzyıldan itibarendir. 1743 ten sonra yarışma kuralları tespit edilmeğe başlanmış ve XIX. yüzyılda boksun Amerika'ya yayılmasıyla bugünkü anlamda modern boks kurulmuş ve gelişmiştir.

Boks yarışmalarına katılan ve bu işi kendine meslek edinenlere “boksör” denir. Boksu meslek edinmeyenler “amatör boksör” kendine meslek edinenlere “profesyonel boksör” denir.

Boksörler, milletlerarası kurallara ve ağırlıklarına göre: Sinek (48-51 kilo), Horoz (51-54), Tüy (54-57 kilo), Hafif (57-60 kilo), Yarı Walter (60-63), Walter (63-67 kilo), yarı ağır (75-81 kilo), (81 kilo ve yukarı) olmak üzere on sınıfa ayrılırlar.

Boks yarışmaları, “ring” denilen zemini düz ve düşmelerde yaralanmaları önleyecek şekilde elâstiki maddelerle beslenmiş bir alanda yapılır. Boksörler kısa külot, topuksuz ve çivisiz ayakkabı, kolsuz atlet fanilâsı giyerler; ellerine, ağırlıklarına göre, 114 gramdan 227 grama kadar değişen deriden yapılmış boks eldivenleri, dişlerine, bu maksat için yapılmış diş muhafazası ve karın altı bölgelerini korumak için “kask” takarlar; tespit edilmiş kurallara göre birbirlerine karşı vuruşlara geçerler. Yarışmalarda “raund” denilen 3 er dakikalık mola verilerek boksörlerin dinlenmesi sağlanır. Yarışmalar bir orta ve üç yan hakemi ile idare edilir. Yarışma ya sayı, ya da boksörlerden birinin yere düşmesi ve 10 sayılıncaya kadar süren bir zaman içinde kalkmaması sonucu nakavtla biter .

Bilhassa batı memleketlerinde çok popüler bir spor olan boks'un tarihinde Joe Louis, Carnera, Max Schmelling, Ray Sugar, Robinson, Floyd Patterson, Max Bear, Marciano gibi büyük ün kazanmış boksörler vardır.
Asya'nın güney -batısında, Hint Okyanusu'nun, Arabistan yarımadası ile İran arasındaki girintisi. Ortalama derinliği 25 metre, yüzeyi 236.800 kilometrekaredir. Bu körfeze dökülen Satt-ül-Arab'ın ağzından Hürmüz boğazına kadar uzanır. Bu boğazda Umman denizine, buradan da Hint Okyanusu'na açılır. Hindistan'a ve güney batı İran petrollerine giden yol üzerinde önemli bir deniz yoludur.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerine bağlı bir cumhuriyet. Nüfusu 1.6000.000 başşehri Erivandır. Ermenistan, Trans - Kafkasya yaylasının güneybatısında, Küçük Kafkaslar denen dağlık bir yüzey üzerindedir. Türkiye ile sınırı vardır. İklimi kurak ve sert olmakla beraber, vadilerinde her türlü hububat, pirinç, tütün, pamuk yetişir.
Boğazın iki yanında, yumuşak damağın iki kemeri arasında kalan çukurda bulunan badem şeklinde bir organ, Hekimlikte “amigdal”, anatomide “tonsilla palatina damak bademciği” adı verilir. Bademcikler, lenfosit yapan organlardandır. Genel olarak yüzleri epitel dokusu ile örtülüdür. İçlerinde bir

Ağ doku ile çevrili bulunur. Bademciğin bütün çevresi de kapsül denen bağdokusundan yapılmış bir kılıfla çevrilidir. Bademcikler, vücudu, zararlı mikroplara karşı koruyan ve onlarla savaşan organlardandır. Bunların iltihaplanması ile “anjin” denen hastalık belirtileri görülür.

Damak bademciğinden başka vücutta aynı yapıda olan ve aynı işi gören (dil, yutak, barsak bademciği gibi) bademcikler vardır.
Uşak iline bağlı bir ilçe. Yüzölçümü 1.335 kilometrekare, nüfusu 34.727 dir. İlçe toprakları, çoğunlukla 800 - 900 metre yüksekliğinde bir yayla görünüşündedir. Sert bir iklimi vardır. Buğday ve pancar ekimi, başlıca gelir kaynağın meydana getirmektedir.

İlçe merkezi 49 15 nüfuslu Eşme kasabasıdır.
Mikrobik tabiatta bir hastalık. Vücudun, A grubu hemolitik streptokoklar tarafından bulaşması ile ilgilidir. Ateşli ve toksit durumlar, mafsallarda ve kalpte bir çok dağınık enfeksiyon odalarında ve kalpte bir çok dağınık enfeksiyon odalarının yer alması ile özellik gösterir, Genel olarak ılıman iklim bölgelerinde görülür. Rutubetli bölgeler, hastalığın gelişmesine yol açar.

Hastalığın belirtileri arasında ateş toksemi ve gezici mafsal ağrıları vardır. Bu ağrılar, ağrı dindirici ilâçlarla, çoğu zaman, gezici bir süre için kalmaz.

Romatizma, çeşitli klinik tipler gösterdiği ve başka başka organlarda yer ettiği için devamlı hekim kontrolü altında tedavisi gerekli hastalıklardandır.
İnsanlarda, kalın barsağın bir çıkıntısı olan körbarsağın alt bölümüne tutunmuş, serbest olan öbür ucu çıkmaz halinde sonlanan solucan şeklinde bir barsak çıkıntısı. Bu çıkıntının uzunluğu, 7-12 cm. dir.

Bütün uzunluğunca içinde bir boşluk vardır ve bu boşluk körbarsakla birleşir. Çabuk iltihaplanabilir. Apandisin iltihaplarına apandisit denir. Apandisit, en fazla 10 - 30 yaşlan arasında görülür. Ateş, nabızda çabukluk, bulantı, kusma, göbek ve mide bölgesinden başlayan ağrılarla kendini belli eden apandisit, delinmesi halinde kan zehirlenmesi ve hastayı öldürebileceğinden, üzerinde önemle durulması gereken bir hastalıktır. Kesin tedavisi, ameliyat yaparak apandisiti çıkarmaktır.
Bolu iline bağlı bir ilçe. Yüzölçümü 1.496 kilometrekare, nüfusu 112.247 dir. Düzce ovası ile bu ovayı çevreleyen dağlık alanlardan meydana gelmiştir. Çevrede bulunan dağlar, ormanlarla kaplıdır. Çok verimli tarım faaliyeti olan bir yerdir. Özellikle mısır, buğday, patates, bol oranda yetiştirilir. İlçe merkezi 18.169 kasabasıdır.
Herhangi bir işletmede bulunan kıymetlerin miktarının istenilen zamanda bilinmesini sağlamak, bu kıymetlerde meydana gelen değişmeleri takip etmek, bunlardan elde edilen sonuçları en doğru bir şekilde bulabilmek için yapılan işlemlere verilen ad. Bu duruma göre muhasebe, bir servet ve sonuç hesabıdır.

Bu hesapların tutulabilmesi, değişik usuller içinde yapılmaktadır. Bu usuller yapılan işlerin durumu ile ilgilidir. Muhasebe usulleri, çok değişiktir. Fakat hepsinde de, değişik işlemler yapılmasına rağmen çıkan sonuç değişmez. Bu sonuç da o kişinin ya da o işletmenin belli süreler içindeki gelir ve giderinin durumunu, servetinin değişimini en doğru bir şekilde verir.
Milyonlarca yıl önce yeryüzünde yaşamış dev büyüklüğünde hayvanlar.Dinozorlar kelimesi, eski Yunanca'da korkunç kertenkele anlamına gelmektedir.

Dinozorlar,şimdiye kadar yeryüzünde yaşamış en büyük hayvanlardır. Et yiyenleri olduğu gibi otla beslenenleri de vardır. İlkel dinozorlar, iki ayaklı idiler. Sonraları, bazı türlerinde dört ayak meydana gelmiştir. Türleri, değişik yapılar gösterir. Genel olarak, çok uzun ve büyük bir kuyrukları, çok büyük bir Vücutlar ve bunlara oranla, küçük bir başları vardı. Bazı türlerinde iki ön ayak küçük, arka ayaklar büyüktür. Boyları 60-70 metreye ulaşanları bulunurdu. Ağırlıkları bakımından da 50 tona yaklaşanlar bulunurdu.

Yaşadıkları yerler Afrika ve Amerika idi. 200 milyon yıl önce yaşamaya başlayıp, 60 - 70 milyon yıl kadar yaşadıkları sanılmaktadır. 130 milyon yıl önce, bütün nesilleri ortadan kalkmıştır.
İslâm dinine göre, Tanrıya en yakın olan dört büyük melekten biri (öbürleri: Azrail, İsrail, Mikâil). Tanrı ile peygamberleri arasında elçilik yapması ve Tanrının emirlerini, vahiylerini tebliğe memur olması bakımından, Müslümanlıkta kutsal bir şahsiyet sayılır.

Peygamber Muhammet, Mekke yanındaki Hira Dağı mağarasında yalnız başına düşünme ve tapınma ile meşgulken, ilk defa olarak Cebrail'i görmüş ve ondan “İkrâ! = Oku!” emrini almış; ilk şu vahyi okumuştur: “Oku, Rabbinin adı ile; O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku; O, keremine son olmayan Rabbindir; kalem ile öğreten odur; insana bilmediğini bildiren O'dur” Cebrail, Hazreti Muahammed'e ikinci vahyi getirdiği sırada, yerle gök arasında bir kürsü üstünde ve insan şeklinde görünmüştür.

Tanrının huzurunda bulunduğundan dolayı Yahudi Ve Hıristiyan yazarlar tarafından çoklukla baş melek olarak vasıflandırılır.
Osmanlı padişahlarından Selim III. zamanında, Yeniçeri ocağından ayrı olarak meydana getirilen askerî teşkilât. Avrupa'daki askerî öğretim gereğince yetiştirilecek erlerden kurulmak istenen bu ordu. İlkin Yeniçerilere bağlı bir sınıf olarak meydana getirilmiş, Akkâ'da Napoleon'a karşı yapılan savaşlarda başarı kazanmıştır. Fakat, bu yeni askerî teşkilâtın, kendi rahatlarını bozacağını anlayan Yeniçerilerin 1807 yılında ayaklanarak Selim III. ü tahttan indirmeleri üzerine son bulmuştur.
Bir dileği bildirmek üzere resmî dairelere sunulan imzalı yazı. Dilekçeler, bir hakkın sağlanması, bir haksızlığın giderilmesi, ticarî, adlî, siyasî bir işlemin yapılabilmesi gibi amaçlar için resmî dairelere sunulur.
Kuran'ın birinci süresidir. Her ibadette okunur. Namazın her rekâtının başında, ölmüşleri anarken, ölünün ardından ya da mezarı başında okunur. Her Müslüman, Tanrısından kendisine yardımcı olmasını dilerken de fatiha okur.

Fatiha okumak. Tanrının ululuğunu söylemek. Tanrıya şükretmek, Tanrıyı övmektir.

Fatiha yedi ayettir Arapça okunuşu şöyledir :

“Elhamdü lilîâhi Rabbilâlemin Bisbillahirahmânirrahim Mâliki yevmiddin. İyya-ke na'büdü ve iyyake nestain. İhdinassi-ratınmüstakîm. Sıratellezine enamte aleyhim gayrilmağdubi aleyhim veleddâl lin, Âmin.” Anlamı şudur :

“Hamd; esirgeyen, bağışlayan din gününün sahibi, alemlerin Rabbi Allaha mahsustur. Sade sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola, iyiliğine erenlerin gazabına uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir.”
Adıyaman iline bağlı bir ilçe. Yüzölçümü 651 kilometrekare, nüfusu 22.576 dır. Yüzeyi, eteklerde hafif dalgalı, yükseklerde yalçın ve sarp yamaçlardan ibarettir. Hayvancılık ve tahıl ekimi önemlidir.İlçe merkezi 659 nüfuslu Pötürge kasabasıdır.
Güzel renklerle süslü kanatları olan böceklere verilen ad. Kanatları ve gövdesi toz gibi pullarla kaplıdır.

Kelebekler tam bir başkalaşım geçiren böceklerdir. Bunlar ilkin yumurtadan kurtçuk halinde çıkarlar, yaprak ve ağaç kabuğu ile beslenir, sonra da kendilerine bir koza örerek krizalit haline gelirler. Kelebekler bu kozadan, kanatlı böcekler halinde, başka bir deyimle kelebek halinde çıkarlar. Kelebeklerin, başkalaşımları sırasında içinde bulundukları bu koza, ipeğin meydana gelmesini sağlar.
Sütleğengillerden bir bitki. Boyu çoklukla bir kaç metreyi bulur. Bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Boyu uzadığı zaman “kene otu” adını alır. Sıcak ve ılıman bölgelerde yetişir. Tohumlarından hintyağı çıkarılır.
Alm. Serum (n), Fr. Sérum (m), İng. Serum. Kan bekletilip, pıhtılaştırıldığı zaman, ortaya çıkan berrak sıvı. Kan vücut dışına alınıp bir cam kaba konulduktan bir süre sonra pıhtılaşır. Bu durum, kanın içinde erimiş halde bulunan ve fibrinojen denilen plazma proteininin erimeyen fibrin hâline dönüşmesindendir. Kan içindeki hücreler bu fibrin içinde kalır. Büzülen fibrin sebebiyle ortaya berrak bir sıvı çıkar ki, buna serum denir. Pıhtılaşmamış kandan hücre elemanlarının ayrılmasıyla elde edilen
sıvıya ise, plazma adı verilir. Serumda fibrinojen ve diğer bâzı pıhtılaşma faktörleri bulunmadığı halde, plazmada bu sayılan maddeler de mevcuttur.
Kan serumundan, bâzı hastalıkların mikroplarını kapmış kimselerin tedâvisinde faydalanılır. Bu maksatla kullanılacak serumların hazırlanışı şöyledir:
Önce hastalık mikroplarının kuvveti azaltılarak beygir, inek gibi hayvanlara aşılanır. Hayvanlar bu mikropların etkisiyle hasta olurlar. Vücutlarında bu mikroplara karşı koruyucu maddeler antikorlar meydana gelir. Bu koruyucu maddeler yeterli dereceyi bulunca, hayvanın kanı alınır, serumu ayrılır. İşte bâzı hastalıklarda kullanılan serumlar, içinde koruyucu cisimleri çoğalmış bu serumlardır.
Serum bir çeşit ilâçtır. İğne, enjeksiyon ile vücuda verilen serum sâyesinde birçok hastalık iyi edilir. İmmunoloji (bağışıklık bilimi) de serumlar, ihtivâ ettikleri globulin (bir cins protein)ler bakımından normal serumlar ve bağışık serumlar diye iki grupta toplanabilirler.
1. Normal serumlar: Kanı alınan hayvan, evvelce insanlar için zararlı olan hiçbir hastalıkla karşılaşmamışsa, bu hayvanlardan elde edilen serum özel antikor taşımaz, normal serumdur. Bu tür serumlar, laboratuvarlarda mikrop besi yerlerinin hazırlanmasında kullanılırlar.
2. Tedâvi edici serumlar: Bunlar immun globulin (serum globulininin en ziyâde antikor ihtivâ eden bölüm)leri ihtivâ eden serumlardır. Hastalık yapan mikroplar ve bunların zehirleriyle önceden özel işlem görmüş, bağışıklanmış hayvanlardan veya insanlardan elde edilen serumlardır. Bunların pratikte koruyucu ve tedâvi edici olarak geniş kullanma alanları vardır. Genellikle bağışık serum üretiminde beygirler kullanılmakla berâber, sığır, koyun, katır ve merkep gibi hayvanlar da kullanılırlar. Serum etiketinde hayvan türü özellikle yazılır.
Serumlar ihtivâ ettikleri antikorların türüne göre, antitoksik, antibakteriyel, antiviral ve antivenom olmak üzere başlıca dört grupta toplanabilir. Son zamanlarda tetanoz aşısı yapılarak bağışık olması sağlanan insanlardan tedâvi edici ve koruyucu olarak kullanılan Tetanoz Antitoksik insan serumu üretilmiştir. Aynı usûl kullanılarak kızamığa, boğmacaya, kuduza vb. ne karşı globulinler yapılabilmektedir.
Serumların yan tesirleri: Hayvan kökenli serumlardaki proteinler insan vücudu için yabancı olduklarından, bu gibi serumlar insanlara uygulandıklarında, yabancı proteinlerin bir an önce atılmalarını sağlamak gâyesiyle insan vücûdu içinde bir seri karışık immunolojik olaylar gelişir. Bu olayların sonucu bâzı kişilerde klinik belirtiler ortaya çıkabilir. Bunların tamâmına serum reaksiyonları veya serum yan tesirleri denilmektedir. Klinik belirtileri birbirine benzeyen bu yan tesirler:
a) Anafilâktik şok (âni allerjik tezahür): Az rastlanılmakla berâber, bu tip etki, serum enjeksiyonunu tâkip eden bir iki dakika veya en geç yarım saat içinde ortaya çıkar. Kişide tansiyon hızla düşer, hasta güçlükle nefes alır, gözbebekleri genişler, şuur kaybolur, bâzan ödem, kurdeşen ve ishal görülür. Zamânında yardım edilmezse, kalp durması sonucu hasta ölebilir.
b) Serum hastalığı (geç tepki): Çoğunlukla tetanoz, botülizm veya yılan zehirlenmesi gibi hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak maksadıyla kana şırınga edilen seruma karşı, hasta vücûdunun gösterdiği allerjik tepkidir. Ateş, eklem ağrıları, deri döküntüleri gibi belirtilerle kendini gösterir. Belirtiler genelde serumun vücûda şırınga edilişinden iki hafta kadar sonra ortaya çıkar ve birkaç gün sürer.
İmmünoglobülinler bakımından iyice saflaştırılmış serumlar kullanıldığında, serum hastalığı sözkonusu değildir.
c) Arthus fenomeni tipinde lokal reaksiyon: Çok az rastlanır. Birkaç defâ serum almış kimselerde, serum uygulanmasından 24-48 saat sonra enjeksiyon yerinin şişmesi, sertleşmesi ve aynı yerdeki cilt, cilt altı dokularının bir süre sonra ölümüyle karakterize klinik tablodur. Genel reaksiyon yoktur. Tehlikeli sonuçlar vermez.
Ciddiyet göstermeleri sebebiyle serum yan tesirlerinden hastayı korumak için; geçmişinde bir defâ serum tedâvisi uygulanan yâhut anaflaktik reaksiyonlara hassas olduğundan, şüphe edilen bir kişiye serum yapmak gerekiyorsa aşağıdaki biçimde hareket edilir:
Uygulanacak serumun 1/10 sulandırılmış numûnesinden, ön kolun cilt içine, 0,1 ml enjekte edilmesinden 15 dakika sonra, kurtdeşen tipinde bir kabarcığın meydana gelmesi, kişinin hassas olduğunu belirtir. Bu durumda, başka bir hayvan türünde hazırlanmış serumla aynı işlem yapılır. Yeni seruma karşı hassasiyet hasıl olmazsa bu serumun gerekli miktarı cilt altına veya adale içine enjekte edilir.
Bağışık serumların isimlendirilmelerinde “antitoksik” kelimesi ortaya konarak, bu kelimenin başına etken mikroorganizmanın adı ve sonuna üretildiği hayvan türü yazılır. Misal Difteri antitoksik beygir serumu gibi. Yurdumuzda, insan sağlığında kullanılmak gâyesiyle, aşağıda isimleri sıralanan bağışık
serumlar üretilmektedir.
1. Antitoksik serumlar: a) Difteri antitoksik beygir serumu, b) Tetanoz antitoksik beygir serumu, c) Gazlı Gangren Antitoksik beygir serumu, d) Akrep Antivenom beygir serumu.
2. Antibakteriyel serumlar: Şarbon Antibakteriyel beygir serumu.
3. Antiviral serumlar: Kuduz Antiviral merkep veya beygir serumu.
Serumla aşının farkı:
Aşılar, vücûda verilen kuvveti azaltılmış mikroplar veya toksinlerdir. Bu zayıf mikroplar vücûda girince kanda “antikor”lar meydana gelir. Antikor vücûda giren mikropları zararsız hâle getirmek için, uzviyetin çıkardığı bir maddedir. Bu sâyede o hastalığa karşı bağışıklık kazanılır.
Serum ise, başka bir uzviyetin meydana getirdiği antikorların insan vücûduna aktarılmasıdır. Bu bakımdan aşı, hastalığa yakalanmadan, serum ise, hastalık mikroplarını aldıktan sonra yapılır. Aşı, hastalığı iyileştirmez, önler; serum ise verilen ilâve antikorlarla hastanın direncini kısa sürede artırarak hastalığı iyileştirir, yâni bir çeşit ilâçtır.
Bir de birçok hastalığın tedâvisinde, destekleyici olarak kullanılan ve genel olarak serum diye bilinen sıvılar vardır. Bunlar arasında binde dokuzluk tuzlu su eriyiği olan serum fizyolojik, şekerli su eriyiği olan serum glikoze en çok bilinenlerdir.
Büyük mütefekkir ve ünlü musikî üstadıdır. 870 yılında Türkistanın Seyhun ırmağı kenarındaki Farab kasabasında doğdu. Asıl adı Ebu Nasır Muhammed ibn Türkan el Farabî dir.İlk öğrenimini Farabda, yüksek öğrenimini ise Bağdatta yaptı. Farsça, Arapça, Latince ve Yunanca öğrendi. Mantık, felsefe, matematik, tıp ve musikî üzerinde büyük bilgi sahibi idi. Bu konular üzerinde 100den fazla eser verdi. Ancak bugün elde sadece 39 eseri kalmıştır. Bu arada Aristonun bütün eserlerini de şerh etti. 950 yılında Şamda vefat etti. Babüssagîr mezarlığında yatmaktadır.
Onun, İlimler Ansiklopedisi (İhsâu l-Ulûm) adlı eseri, döneminin filoloji, mantık matematik, fizik, kimya, ekonomi ve siyaset alanlarındaki bütün bilgileri sayıp döker ve özet olarak mahiyetlerini anlatır.Farabi kanun adı verilen sazı icat etti. Bundan başka birçok besteler yaptı ve şark müziği üzerinde değerli eserler yazdı. et-Ta limü s-Sanî ve İhsâu l-Ulûm doğu dünyasının ilk ansiklopedisi sayılan değerli eserlerindendir.Bu büyük dahinin eserleri Hindistan da ve Mısır da basıldı, İbranice ye ve batı dillerine de çevrildi.Büyük bilginlerden, İbni Sina ve İbni Rüşt gibi büyük filozoflar ondan ders aldılar ve onun aydınlığında yetiştiler.
Farabi den 300 yıl sonra, Hristiyanlığın en büyük doktrineri Thomas d Aquinas, onun fikirlerini hemen hemen aynen tekrarlayarak otorite olur. Farabi nin sosyolojik incelemesi olan el-Medinetü l-Fâdıla adlı eseri, bütün kainatın ve kainat içindeki varlıkların ancak daimi bir mücadele ile var oldukları tezini işleyerek 5 asır sonra Hobbes ve Darwin in ortaya atacakları teorilerin öncüsü olmuştur.Aynı zamanda iyi bir matematikçi olan Farabi, logaritmayı da bulmaya çok yaklaşmıştır. Ancak bu araştırması Batı dünyasında duyulmadığından, sadece İslam dünyasında etki doğurabildi.
Yaşadığı devirde ilim dilinin Arapça olması yüzünden bütün eserlerini Arapça kaleme alan Farabî, doğu âleminin ve Türklüğün ilk büyük fikir adamı sayılır. Aynı devirlerde Batı dünyasında ilim dilinin Grekçe ve Latince olması yüzünden bütün batılı bilim adamlarının eserlerini bu dillerle yazdıkları göz önünde tutulursa, Farabînin Türk olduğu halde Arapça eser yazmasını kınamak doğru olmayacaktır.
Üstün bir zekâ ve kabiliyete sahip bulunan Farabî, Bağdatta yaptığı yüksek öğrenimi sırasında Arapça, Farsça, Grekçe ve Latinceyi anadili gibi öğrenmiş, bu lisan zenginliğini çeşitli dallardaki çalışmalarıyla bir kat daha değerlendirmişti. Bu arada Yunan felsefesini de inceledi. Bu konunun büyük üstadı Aristonun eserlerini, aslından çok daha anlaşılır şekilde şerh etti. Bu yüzden yalnız doğu aleminde değil, Batı alemi de kendisini Aristodan sonra gelen Muallim-i Sânî olarak kabul etti.
Farabî, eski felsefeyi yeni felsefeye aktarırken gösterdiği büyük ustalıkla da dikkat çekmişti. Bu nedenle Montesqieu ve Spinoza gibi ünlü fikir adamları da onun etkisi altında kaldılar. Felsefeye mantık yolu ile giren Farabî, genellikle metafizik üzerinde durdu. Din ile felsefeyi birbirinden ayıranlara karşı dururken bu iki kavramın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu tezini savundu. Hayatı boyunca dini, felsefenin temel taşı saydı. Bu arada İslam dinine felsefe anlayışını da sokarak İslam felsefesini ortaya çıkardı. Farabînin tek ve şaşmaz ilkesi, Varlığın ilk sebebi idi.
Ona göre insan, gerçeğe varabilmek için mutlak surette dış âlemle ilgisini keserek manevî âlemini arındırabilirdi. Aşk ise, felsefede işte böyle bir ifadenin gerçekleşmesinde yardımcı etkendi. Aşk, insan benliğinin geçici bir eylemi değil, bütünüyle gerçeğe, yani Tanrıya bağlanmaktı. Varlıkların özü Tanrıdan geliyordu. Daima şöyle derdi: Evrenin tümünü kavramak isteyen bir kişi, önce insana bakmalıdır. Çünkü bütünüyle varlık kavramı ruhta belirmiştir. Tanrı, varlıkların en büyüğü ve en son kademesidir. Bütün insanlık onun özünde birleşmektedir. Varlığı başka varlıklarla kıyaslanmayacak kadar mükemmeldir. Akıl, Tanrının özünden gelir. Ahlâkın temeli ise bilgidir...
Akıl, edindiği bilgilerle iyiyi, güzeli, kötüyü ayırır. İnsan için en yüksek erdem bilgi olduğuna göre, en yüce kattan gelen akıl, davranışlarımızda gerekli doğru yargıyı verebilecek güçtedir.
Bu büyük ilim adamı, ilimleri iki bölümde inceledi. Bunlardan birincisi teorik ilimlerdir ki, içinde metafizik, mantık ve biyoloji bulunur. Diğeri pratik ilimlerdir. Bu grupta da ahlâk, siyaset, musiki ve matematik yer alır. Farabî, Aristotelesin ilim dediği hitabet ve şiiri bu sınırın dışında bırakır.941 yılında Halepe gelen Farabî, orada hüküm sürmekte olan Hamdanoğullarından Seyfüddevle Ali adlı bir Türk beyi ile tanıştı. İlminin ününü işitmiş bulunan Türk beyi, onun engin şahsiyetine de hayran kaldı. Farabîyi ağırlamakta kusur etmeyen bey, onun Halepe yerleşmesini sağladı. Fakat kendisine vermek istediği yüksek maaşı kabul ettiremedi. Ömür boyunca son derece mütevazı bir hayat süren Farabî, yevmiye olarak ancak dört dirhem gümüş aldı.
Halep Beyinin büyük hayranlığını kazanması, bu büyük kültür merkezi ile civarında bulunan yerlerdeki bilginlerin olanca kıskançlıklarını körükledi ve pek küçümsedikleri bu büyük bilgin ile imtihan olmaya kalkıştılar. Beyin huzurunda yapılan bu çetin imtihanda Farabî, bütün konularda büyük üstünlüğünü ortaya koydu. Bunu kendisiyle imtihan olmak isteyen kişilere de kabul ettirdi.O kadar ki, imtihana gelen ve kendilerini bilgin zannedenlerin hepsi, bu imtihan sonunda öğrencisi olarak Farabînin yanında kaldılar.
Farabî aynı zamanda musiki alanında da büyük bir üstad idi. Kanun adı verilen müzik aleti onun buluşudur. Ayrıca rübap denilen çalgıyı da geliştiren ve bugünkü şeklini veren yine odur. Farabi ayrıca akort ve intarvaller nazariyesini de geliştirmiştir.Şark musikisinin nazariyelerini Kitabül-Musikiyyul-Kebîr, yani Büyük Musiki Kitabı adlı eserinde gösterdiği gibi bir çok besteler de yapmıştı.Arap ülkelerinde yaşamasına rağmen mütevazı hayatının yanı sıra Türkistan millî kıyafetini de asla terk etmedi. Hep bu kıyafet içinde göründü.
Seyfüddevle Ali Beyin Şamı fethetmesi üzerine Farabî de onunla birlikte Şama gitti. Ömrünün son günlerini orada geçirdi.
950 yılında 80 yaşında Şamda vefat etti. Kendisini Babüssagir e gömdüler.
Hastalarda 15 genin dört kat daha faal olduğu, yalnızca bir genin daha tembel olduğunu ortaya çıktı. Kerry bu çalışmasının neticesinde KYS hastalarındaki fiziksel değişiklikleri kesin olarak teşhis ederse, tüm şikayetlerin hasta tarafından "uydurulduğu" yaygın görüşü de böylece geçerliliğini yitirecek. Londra daki Charing Cross Hastane sinden nörolog Russell Lane "Bu heyecan verici yeni çalışma, son derece karmaşık bir yapısı olan hastalığın moleküler açıdan anlaşılmasını sağlayacak. Tamamı için linke tıklayın" href="http://ansiklopedi.bibilgi.com/Bilim">Bilim adamları hastalığın teşhisinin kan testleriyle yapılabileceğine işaret ediyor. "Hastalığın büyük ölçüde akyuvarlarda ve bunların faaliyetinde geliştiğini ortaya çıkarttık" diyen Kerr ye göre, böylece ilaç ile müdahalenin kapısını da aralandı. Hastalığın virüs tarafından tetiklendiği yönündeki bulgular, semptomların ortaya çıkış şekli ile birebir örtüşüyor.
Epstein-Barr, Q ateşi,
enterovirüs,
parvovirüs
B19 kuşku duyulan virüslerden bazıları.
Karadenize dökülen, Türkiyenin önemli akarsularından biri. Sivasın kuzeydoğusundaki Kösedağı (2812 m)ndan doğar. Kelkit ve Çekerek ırmaklarını alarak büyür. Uzunluğu 519 km, yağış alanı toplamı 36.000 km2dir.
Batıya doğru akan ırmak, Turhaldan sonra dar bir boğazdan geçerek Amasyaya uzanır. Yanlardan gelen kollarla beslendikten sonra geniş bir boğazdan Canik Dağlarını geçer. Daha ileride suların derin ve hızlı aktığı dar bir boğazdan geçtikten sonra Çarşamba Ovasına ulaşır. Bu ova Yeşilırmakın binlerce yıldır getirdiği alüvyonların meydana getirdiği bir deltadır. Irmak Civaburnu yakınlarında Karadenize dökülür.
Yeşilırmak üzerinde Türkiyenin en büyük barajlarından olan Hasan Uğurlu Barajı ile Tokatın Almus ilçesi yakınındaki Almus Barajı kurulmuştur.
Obsesyon: Kişinin benliğine, kültürüne ve inançlarına ters düşen fikir, düşünce ve imajların hücumuna uğraması, bunları bir türlü kafasından atamaması. Kompulsiyon:Kişinin arzusu dışında yaptığı bir takım hareketlerdir. Karşı koymaya çalıştığı halde engel olamadığı bu hareketler kişiyi son derece rahatsız eder. Obsesyonlar gibi kompulsiyonlar da kişiye yabancı ve arzu etmediği şeylerdir. Belirtiler:* Evden çıkarken elektrik, su, gaz ocağı, ütü kapatıldı mı kapatılmadı mı? Ev kilitlendi mi? * Muhasebe hesaplarında bir yanlışlık yapıldı mı? * Alış veriş yaptıktan sonra paranın üstü alındı mı? * Abdest aldım mı almadım mı; abdestim duruyor mu, bozuldu mu? * Gusülde su değmeyen yer oldu mu? Bu ve benzeri soruların cevabını bulmak, sıkıntısını bastırmak için tekrar tekrar kontroller yapılır. Kişi namazda iken çirkin şeyler hatırlar, tuvalette iken kutsal bilinen şeylere zihninde hakaret eder. Arzu etmediği halde bunları düşüncesinden atamaz. Kovmak istedikçe, bu kötü düşünceler, eşek arıları gibi hastanın başına üşüşür, onu ruhen perişan eder. * Ya balkondan bakan çocuğunu veya eşi mi itip düşürür öldürürsem? * Ya elimdeki bıçağı veya makası çocuğumun kamına batırıp onu öldürürsem? * Ya ellerime pislik bulaşmış, mikrop kapmış isem? Bunun gibi zoraki, menfi fikirlerin hastada doğurduğu korku, sıkıntı, endişe dayanılması zor bir işkence halini alır. Gece yatmadan evvel odaya birinin saklanıp saklanmadığını, kapıların ve pencerelerin kapalı olup olmadığını defalarca kontrol etmek, yatağa daima belli bir taraftan girmek, terlikleri yan yana ve uçları aynı hizaya gelecek şekilde intizamlı koymak kompulsiyon örneklerindendir.
'Koala (Phascolarctos cinereus), Avustralya'da yaşayan ve Phascolarctidae familyasını olusturan keseli memeli. Koala (Phascolarctos cinereus) Avustralya'ya özgü, yapılı, otçul, keseli ve ağaçta yaşayan bir memeli türüdür. Phascolarctidae ailesinin yaşayan tek temsilcisidir. Koala, Adelaide civarından Cape York Yarımadası'nın güney kısmına kadar, Avustralya'nın batı kıyıları boyunca ve ormanları besleyecek yeterli yağışın bulunduğu iç kesimlerde bulunur. Güney Avustralya koalaları 20. yüzyılın ilk dönemlerinde geniş çaplı katliama uğradı. Koala, Tazmanya ve Batı Avustralya'da bulunmamaktadır. Adlar' "Koala" kelimesi Dharuk dilindeki gula kelimesinden gelmektedir. Avustralya Aborijin dillerindeki benzer kelimeler şu şekildedir:
Canberra bölgesindeki Ngunnawal'da da gula olarak adlandırılmaktadır.
Yeni Güney Wales'in Mavi Dağlar'ındaki Aborijinler tarafından Cullawines olarak adlandırılmıştır.
Murray bölgesinde, Aborjinler tarafından Karbors olarak adlandırılmıştır
Koala için kullanılan diğer adlar: Bangaroos, Koolewongs, Narnagoons ve Cholos. Genel olarak kullanılan koala adının Aborijin dilinde "su içmeyen" anlamına geldiği yaygın olarak dile getirilse de, bunu destekleyecek bir kanıt yoktur. Koalalar çok nadir de olsa su içerler. Koalaların ana besin maddesini oluşturan okaliptüs yaprakları kolaların temel düzeydeki su ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli miktarda su temin etmektedir. Genelde yapraklarda yeterli nemin bulunmadığı kuraklık dönemlerinde ve hastalandıklarında su içmektedirler. Koalaların, vücut tasarımları bulundukları çevrede ihtiyaçları olan kusursuz detaylara sahiptir. Örneğin kol ve pençeleri geniş gövdeli okaliptüslere kolaylıkla tırmanmalarını sağlar, ön ayaklarındaki ilk iki parmakları ise diğer üç taneden ayrıktır. Kendi elimizi düşünürsek, iki tane baş parmaklarının olduğu söylenebilir. Arka ayaklardaki baş parmaklar da diğerlerinden ayrıktır ve diğer dört parmak gibi keskin pençelere sahip değildir. Diğer parmaklardan farklı olan bu baş parmaklar daha küçük dallara tutunmayı sağlar. Pençeleri ağaçların yumuşak ve düzgün gövdelerine çengel gibi saplanabilen koalaların, dört ayağı da, tıpkı bizim bir sopayı kavramamız gibi ağaç dallarını rahatlıkla kavrayabilir ve dallara sarılarak koalanın tırmanmasını sağlar. Ancak koalaların sahip oldukları özellikler bunlarla sınırlı değildir. Koalaların diğer özellikleri ise şöyledir: Okaliptüs yaprakları yüksek miktarda lif ve çok az da protein içerir. Bu yapraklarda güçlü kokulu yağlar, fenolik bileşimler ve birçok memeli için yenilemez hatta zehirli olan siyanür niteliğinde maddeler de bulunur. Başka hayvanlar için zararlı olan bu maddeler koalanın vücudunda zehir etkisini kaybeder. Çünkü koala, çok özel bir anatomisi ve fizyolojisi olan bir sindirim sistemine sahiptir. Bu özelliği ile "Minyatür Bir Biyokimyasal Fabrika" benzetmesi yapılabilir. Tıpkı diğer otçul memeliler gibi koala da okaliptüslerin ana maddesi olan selülozu sindiremez. Ancak bu işlemi, onun için selülozu sindirebilen ve koalanın körbağırsağında yaşayan mikro organizmalar yaparlar. Koalanın kör bağırsağı, kalın bağırsağına açılır ve çok büyüktür. Öyle ki körbağırsak, bağırsağın toplam uzunluğunun yaklaşık %20'sini oluşturur. Uzunluğu 1.8 ile 2.5 metre arasındadır. Körbağırsak koalanın sindirim sisteminin en ilginç parçasıdır. Yaprakların sindirim sisteminden geçişi burada geciktirilir. Bu gecikme sayesinde körbağırsaklardaki mikro organizmalar faaliyete geçerek selülozu koalanın faydalanacağı hale getirirler. Bu haliyle koalanın kör bağırsağı biyokimyasal bir fabrikaya benzetilebilir. Selüloz bu fabrikada işlenirken, yağlar ve zehirli niteliğe sahip kimyasallar (fenol bileşikleri) başka bir fabrikada yani karaciğerde süzülmeye uğrayarak etkisiz hale gelirler. Bilindiği gibi koalanın tek besin kaynağı okaliptüs yapraklarıdır. Bu ise hayvanın karbonhidrat gereksinimini tümüyle mikro organizmaların selülozu sindirmesiyle karşılaması demektir. Bu durum, mikro organizmalar olmadan koalaların yaşamasının mümkün olamayacağını açıkça göstermektedir. Ayrıca koalalar uykucu olmalarıyla karikatürlere filmlere ve dizilere konuk olan canlılar arasındadır. Koala isminde internetten yayın yapan bir mizah dergisi vardır..
Arap Yarımadası'nda Hicaz eyaletinin başkenti ve Suudi Arabistan'ın en büyük şehri. İslam dini bu şehri kutsal kabul etmektedir. Müslümanlar İbrahim'in M.Ö. 2000'lerde yerleştirdiği hanımı Hacer ve oğlu İsmail'in etrafında inşa edildiğine inanmaktadırlar. 20 Nisan 571 tarihinde İslam dininin son peygamberi Muhammed burada dünyaya gelmiştir. 610'da Kuran'in Alak Suresi ile bu kentte vahyolunmaya başlamıştır. 630'da kent müslümanların denetimine geçmiştir. 630'da ünlü Veda Hutbesi bu kentte irad edilmiştir. 1517-1917 arasında Mekke Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Mekke her yıl hicri-kameri Zilhicce ayında milyonlarca hacıya ev sahipliği yapmaktadır.

Görülecek Yerler
Tenim Mescit
Numan vadisi bölgesinde bulunmaktadır. "Hazreti Ayşe mescidi" de denmektedir. Ayşe'nin umre yapmak için ihrama girdiği yerdir.
Cennet-ü Mualla
Mekke'nin en eski mezarlığı. Hac esnasında ölenler buraya gömülmektedir.
Hira Dağı
Oku diye ilk vahyin geldiği peygamber'in Cebraille ilk karşılaştığı Hira mağarası'nın bulunduğu dağ
Muhammed'in doğduğu ev
Kabe'nin yanındaki Mevlid sokağında bulunan ev. Orjinali yıkılmış yerine 1957 yılında Mekke ve Hac ile ilgili kaynakların olduğu bir dershanede yapılmıştır.
Mescid-i Haram
Hürmetli mescit anlamına gelmektedir. Kâbe’nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mesciddir
Kâbe
Mescid-i Haram'ın tam ortasında bulunmaktadır.
Suudi Sarayı
Kabe'ye tepeden bakan saraydır.1200 yıllık Ebu Kubeys Camisi yıkılarak yapılmıştır.
İntercontinental Oteli
Bütün odaları Kabe manzaralı 615 odalı oteldir. 2004 yılında Ortadoğunun en iyi oteli seçilmiştir.
Zem Zem Towers
1781 tarihinde yapılan Ecyad Kalesi yıkılarak , 2001 yılında yapılan oteldir.
Hilton
1994 yılında Halife Ebu Bekir'in evi yıkılarak yapılan 31 katlı 1398 odalı otel.
Mina
şeytan taşlama bölgesi ve peygamber efendimizin müzdelife vakfesinden sonra konakladığı bölge.
Müzdelife
Şeytan taşlamak için taşların toplandığı yer.Arafat vakvesinden sonra yani akşam ve yatsı namazının birlikte kılındığı(cemi Tehir) ve müzdelife vakvesinin yapıldığı bölge.
Arafat
Mekkeden 21 km uzaklıkta olan bir coğrafi bölgedir. Peygamber ölümünden önce son vaazını Arafat Dağında vermiştir.
Serv Dağı
Muhammed bin Abdullah ve Ebu Bekir'in Medine'ye hicretleri sırasında gizlenip sığındıkları mağaranın bulunduğu dağ.