Bilgi-wiki

Bakteri öldüren - Bakterilerin yaşamasına engel olan bütün maddelere verilen ad. İnsan ve hayvan organizmalarında, hücre ve sıvılarda, ve bazı cisimlerde (bazı ilâçlar ve serumlar) bakterileri harap etme kabiliyeti vardır.

Bu özellik, bilhassa zararlı olan bakterileri öldürebilmek bakımından sağlıkla önemli rol oynar.
İnsan topluluğu hayatını ve onu yöneten kanunları inceleyen bilim. Yeni bilimlerden biridir kuruluşu iki yüz yılı geçmez. Toplumsal olaylar tarihin incelemeleri arasında yer alırdı.İlkin Fransız filozofu Auguste Comte toplumbilime bir bilim olduğu gözü ile bakmış ve toplum olaylarını bir bilim görüşü ile incelemenin zorunluluğunu ortaya koymuştur.
İnsan toplumlarının, zaman ve yer gösterilerek ve doğru olarak kültür ve medeniyetlerini inceleyen, hayatlarını, çeşitli ilişkilerini anlatan bir bilim.

İnsan topluluklarının yaşayışları (klan, site, devlet, imparatorluk), savaşları (yapılan çeşitli savaşlar, barışlar, antlaşmalar) meydana getirdikleri medeniyetler (hükümet ve idare, askerlik, hukuk, din, güzel sanatlar, tarım, ticaret v.b.) tarihî olaylar arasında yer alır ve tarih biliminin konusunu meydana getirir.

Zaman ve yer gösterilerek incelenen tarih olaylarında, zaman ölçüsü olarak yıl, ay ve gün kullanılır. Olayların birbirine karışmaması, bir olayın başka bir olaya etkisinin anlaşılabilmesi için bu olayların zaman sırasına göre düzenlenmesi esastır. Zamanla ilgili bu şartlar içinde, yere verilen önem de büyüktür.

Tarihin meydana gelmesi, insanların dünya üzerinde yaşamaya başladıklarından çok sonradır. Bu da ancak, yazının bulunması ile başlamıştır. Yazının bulunması, zamanımızdan ancak 5 - 6.000 yıl önce olduğuna göre, tarihin başlaması, insanın aşağı yukarı ömrü olarak kabul edilen 50.000 yıla göre pek yeni sayılır.

Tarih, yazının bulunmasına göre iki ana bölüme ayrılırlar :

1 - Tarih Öncesi Devri (Yazının bulunmasından önceki devir),

2 - Tarih Devri (Yazının bulunmasından günümüze kadar).

Tarih Öncesi Devri, o zamandan kalan ev eşyalarının ve araçlarının yapılışına ve kullanılan malzemeye göre bölümlere ayrılmıştır. Kalan eşya ve malzemenin eskilerine toprağın alt tabakalarında rastlanmıştır. Bunlar, kaba şekilde taştan yapılmış birtakım silâh ve araçlardır. Toprağın üst tabakalarına çıkıldıkça eşya ve araçların daha özenilerek yapıldığı, taştan yapılanların üzerlerinin cilâlandığı görülmüştür. Daha yeni toprak katlarında ise madenlerden yapılan araçlar bulunmuştur. Bu araçlardan eskileri bakırdan, sonrakiler tunçtan ve en yenileri demirden yapılmıştır. Maden devri ite birlikte yazı da bulunmuş olduğundan, tarih devri bu zamanda başlamıştır.

Tarih Öncesi Devri üçe ayrılır:

1 - Yontma taş devri,

2 - Cilâlı Taş Devri.

3 - Maden Devri (Bakır, Tunç, Demir)

İnsan topluluklarının yaşayışlarında görülen önemli değişikliklere göre, tarih devri de birtakım bölümlere ayrılmıştır. Bu ayırma daha ziyade öğretimde bir kolaylık sağlamak içindir. Çünkü tarih olayları bir yerde bitip diğer bir yerde başlamaz; durmadan birbirlerini takip eder ve biri diğerinin sebebi veya neticesi olur. Diğer taraftan yeni bir çığır açılmasına sebep olan önemli bir olayın, diğer kıtalarda yaşayan insanlara tesiri olmayabilir. Meselâ Ortaçağın başı sayılan Batı Roma imparatorluğumun ortadan kalkması olayı. Hint ve Çin'de yaşayan insanlar üzerinde hiç de önemli bir değişiklik yapmamıştır. Bununla beraber, son zamanlarda medeniyet çok ilerlemiş olduğundan, herhangi bir ülkede meydana gelen önemli bir olay bütün insanları tesiri altında bırakmaktadır. Fransız ihtilâli, dünya üzerinde geniş ölçüde hürriyet ve demokrasi fikrinin gelişmesine ve yayılmasına sebep olmuştur, ikinci Dünya Savaşı'nın siyasî ve ekonomik bakımdan her memlekette etkisi görülmüştür.

Tarih Devri dörde ayırır :

1 - ilkçağ : Yazının bulunmasından (M. Ö. 4000-3000) Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı tarihi olan M.Ö. 476 senesine kadar devam eder.

2 - Ortaçağ : İlkçağın sonundan İstanbul’un Türkler tarafından fethi tarihi olan M.S. 1453 yılına kadar sürer.

3 - Yeniçağ : Ortaçağ'ın bitiminden Fransa İhtilâli'nin başlangıcı olan M.S. 1789 yılına kadar devam eder.

4 - Yakınçağ : Fransa ihtilâlinden bugüne kadar gelir.
El ya da makine ile basınç yapmak, bir ya da çok renkte boya kullanmak suretiyle, kâğıt, karton, parşömen selefon, kumaş, deri, muşamba, madenî levha gibi maddelerin üzerine, yazı, şekil, harita, resim izlerini çıkarma ve bunları çoğaltma sanatı. Bu işlemde izini bırakan şekle, “basım kalıbı”, bir yüzeye bunun izini çıkarmaya “basmak” bu işlerin yapıldığı yere de “basımevi” denir.

Yazının icat edilmesinden sonra, yapılan çeşitli resim ve şekillerin çoğaltılma işi, insanları düşündüren konulardan biri olmuştur. M.Ö. 4.000 yıllarına doğru basit şekillerin damgaya benzer özellikte yapılan kalıpları bir yumuşak kile basım işi meydana getirilmiştir. Fakat, basımda asıl önemli olan kâğıt üzerine baskı yapılma işlemi, Çinliler tarafından meydana getirilmiştir. Üzerine harfler kazılı ağaç blokları kullanılarak kâğıt üzerine basılan ilk kitap. Çinliler tarafından yapılmış ve 868 yılında meydana getirilmiştir. Daha sonraları, basım işinin daha dayanıklı olabilmesi için, kalıpların kurşundan ve bakırdan yapılması yoluna gidilmiştir.

Tek tek harf kalıplarını yan yana getirerek kelimeleri, bunlardan cümleleri, satırları, sayfaları meydana getirmek, bu sayfalardan da, çok sayıda basılmış suretler çıkarmak işi, asıl Avrupa'da, 1440 yılına doğru Johann Gutenberg tarafından icat edilmiştir. Böylece Gutenberg, matbaacılığın kurucusu olmuştur.

İnsanlığa büyük faydalar sağlayan, binlerce sayıda kitabın basılarak geniş halk tabakalarına en yeni fikirlerin ve bilgilerin ulaşabilmesi imkânını sağlayan matbaacılık böylece başlamış ve bütün Avrupa'da, kısa denecek bir zamanda, çok yaygın olma özelliği kazanmıştır. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, kısa zamanda çeşitli basımevleri açılmış, Avrupa'nın medeniyet alanındaki ilerlemesi, böylece en büyük bir yardımcı ile daha da hızlanmıştır. Türkiye'de ise ilk basımevi, ancak 1729 yılında açılabilmiştir.

Basmak işleminde, en önemli işlerden biri, harflerin meydana getirilmesi, bunlardan kelimelerin ve satırların meydana gelmesi ile sayfa kalıplarının yapılabilmesi işlemidir.İlk zamanlarda, her harf tek tek kurşun kalıpların meydana getirilmesi ile başlayan basım işleri, sonraki yıllarda büyük gelişmeler kazanmıştır. Bu gelişmeyi sağlayan buluşlardan birisi, “dizgi makineleri” nin meydana getirilmesi olmuştur. Dizgi makineler, harfleri, kurşun kalıplar halinde dökmek imkânını sağlamış, böylece, tek tek harfleri yan yana getirerek kelimeleri meydana getirme usulü yerine, kelimelerden medyana gelmiş kurgun satırlardan, kolayca kitap ve gazete sayfaları kalıpları meydana getirebilme imkânı sağlanmış, basım. işinin en önemli unsurlarından biri olan, kısa zamanda “baskı kalıpları” nı meydana getirme işi gerçekleşmiştir.

Bugün, basımevlerinde, yazı diziminde monotip, linotip, entertip, teletip, rototip gibi dizgi makineleri kullanılmaktadır.

Tabi sanatında, basım kalıbı meydana geldikten sonra, bunun suretini çıkararak kısa zamanda pek çok suret elde edilmesini sağlayan “basmak” işlemi, “baskı makineleri” aracılığı ile olmaktadır, tik baskı makineleri, tahtadan yapılmış el presleri idi. Bunlarda, yatak adı verilen bölüme, “baskı kalıbı” konur, tınımın üzerine mürekkep sürülür, üstüne de kâğıt yerleştirilirdi. Bir vida sıkıştırmak suretiyle kapak kısmı, bir basınçla aşağıya indirilir, baskı kalıbının şekli, kâğıt üzerine çıkarılmış olurdu.

Çok ilkel olan ve suretlerin çok güçlükle çıkarılmasını sağlayan bu preslerden sonra, baskı makineleri zamanla evrimleşmiş; bir saatte, bir küçük sayfanın bir yüzünden 50 -100 tane suret meydana getirme işi, bugün, bir saatte, çok sayfalı bir gazeteden 300,000 adet meydana getirmeye kadar büyük bir evrim kazanmıştır.

Pedal : Küçük bir sayfa halinde hazırlanmış olan bir baskı kalıbını, küçük boyda bir kâğıt üzerine ve bir seferde yalnız kâğıdın bir yüzüne basmak imkânını veren bir baskı makinesidir. Bunlarda dikey durumda basım işi olur. Kalıp sabit kalır, boya merdaneleri hareket ederek kalıbın mürekkep almasını sağlar, kâğıt, pedal makinesinin basıncı altında bu kalıbın şeklini alır.

Düz baskı makineleri: Sayfa kalıpları, bunlarda yatay olarak konur. Bu Kalıpların bulunduğu tabla, ileri - geri muntazam hareket eder. Mürekkep merdaneleri de hareket ederek, mürekkebin çok yayılmasını sağlarlar Kâğıt, kazan denilen bir silindirden dolanmak suretiyle, baskı kalıpları ile temas eder, kâğıdın bir yüzüne baskı işi yapılmış olur. Bunlar, bir saatte 5.000 adet baskı yaparlar.

Rotatif: Düz baskı makinelerinin gördüğü işi, çok büyük bir hızla göre makinelerdir. Bunlarda, baskı kalıpları özel olarak, rotatif silindirlerine göre, yeniden kurşun kalıplar halinde dökülürler. Bu silindirlerin dönme hızları çok olduğundan, bobin halindeki kâğıtları» iki yüzüne de birden baskı yapmak imkânı olduğundan, çok sayfalı bir gazeteden, bir saatte 300.000 sayı çıkmasını sağlayacak büyük bir hıza sahiptirler, özellikle gazetelerin basım işlerinde kullanılırlar.

Ofset makineleri : Düz baskı makineleri özelliğinde makinelerdir. Yalnız kalıp olarak, kurşun kalıplar yerine, üzerine basılacak şeylerin fotoğrafları çekilmiş çinko levhalar kullanılır.

Tifdruk baskı makineleri : Bu makinelerde kalıplar, bakır levhalar halindedir. Basılacak yazı ve resimler, bu kalıplarda, koyuluk derecelerine göre derinlikler meydana getirirler. Bu kalıplar üzerine sürülen mürekkep, keskin bir bıçak aracılığı ile sıyrılır. Üzerinde koyuluk derecelerine göre mürekkep almış olan bu kalıp üzerinden, kâğıtlar geçtiğinde, baskı işlemi meydana gelmiş olur.

Tabı sanatında bütün bu işlemler, hep tek renkli basımlar içindir, iki, üç dört ve daha fazla renkli basımlar için, ayrı ayrı kalıpların, ayrı ayrı renkli mürekkeplerle baskılarının yapılması gereklidir. Düz makinelerde bu işlem, her renk için, ayrı ayrı yapılır. Rotatif tipi baskı makinelerinde ise, her rengin ayrı kalıplan yapılır ve renkli basımlar, aynı basım işi anında meydana gelebilir. Çok renkli resim baskılarında ise, her renk için ayrı ayrı renklendirilerek yapılmış olan klişelerin, üst üste basımlarının, her renk için ayrı ayrı yapılması suretiyle, çok renkli resim baskıları meydana getirilmiş olur.
Su ile hamur haline getirilen bir çeşit topraktan yapılan, fırında pişirilmek suretiyle sertleştirilen çanak, çömlek gibi eşyaya ve bunları yapmak sanatına verilen ad.Seramik işlerinin esasını, yapımları sonsuz derecede çok değişik olan killer meydana getirir. Çeşitli seramik işleri için killerin belirli cinsleri uygulanmaktadır. Killerden meydana getirilen hamur, ya tornada çevirmek suretiyle ya da kalıplara dökmek suretiyle istenen §ekli alır. Böylece hazırlanmış şekiller kurutulduktan sonra fırınlarda pişirilir. Yapılan işin cinsine göre üzerine kaplanacak sır ya da cila ile kaplandıktan sonra yeniden pişirilir.

Seramiklerin üzerine istenen şekil ve nakışları yapmak mümkündür. Bunun için ya ilk pişirmeden sonra, ya da sır ve cila işleminden sonra, işlenmesi istenen süs ve nakışlar işlenir.

Çok eski zamanlardan beri eski medeniyetlerde uygulanan, bir sanat olan seramik, bugün bütün dünyada gelişmiş bir sanat özelliği taşımaktadır.
Genel bir anlatışla, düşünülen bir şeyi meydana getirmek özelliğindeki bilgilerin uygulanmasına ve o işi meydana getirmek için bilgi ve zekânın kullanılmasına denir. Sanatın niteliği üzerinde filozoflar ve düşünürler çeşitli açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazı filozof ve düşünürlere göre sanatın niteliğinde “iyi, güzel ve gerçek” vasıfları vardır ve sanatın “fayda” ile ilgisi bulunur. Bazı filozoflar ise, sanatın fayda ile bir ilgisi olmadığını, “sanatın, sanat için” olduğu, sanatta hiç bir maddî fayda aramaması gerektiği görünüşünü savunurlar. Bu görüşü savunanlar, güzel bulduğumuz bir çok şeylerin faydalı olmadıklarını söylerler. Bazı filozof ve düşünürler ise, sanatta “güzel” le birlikte, “iyi, fayda ve gerçek” vasıflarının da bulunduğunu söylerler.

Sanat, insandaki “güzeli sevmek” ve ondan zevk almak duygusundan doğmuştur. Vücudun gelişmesi için gerekli besin maddeleri gibi, insan ruhunun da gelişmesi için sanata ihtiyaç vardır. Sanatlar, genel olarak iki büyük sınıfa ayrılır: a - Mekanik sanatlar, b - Güzel sanatlar.

Mekanik sanatlar, elle ve âletlerle yapılan sanatlardır. Dokumacılık, duvarcılık, dülgercilik, marangozluk, demircilik gibi. Fakat bu mekanik sanatlara, Türkçede çoklukla “zanaat” kelimesi karşılık olarak kullanılır.

Güzel sanatlar, estetik duygular uyandıran, güzellikle ilgili sanatlardır. Güzel sanatlar, başlıca yedi şubeye ayrılır.
Duyum, heyecan, düşünme gibi olguları ve bunların kanunlarını inceleyen bilim; ruhbilim. Psikolojinin öbür bilimlerden önemli ayrıntıları vardır. Bu ayrıntılar da psikolojik olaylarda kendini gösterir. Psikolojik olaylar, doğrudan doğruya bilinir, kişiseldirler, uzaysızdırlar ve doğrudan doğruya ölçülemezler. Psikoloji, bu olayları sübjektif (içebakış) ve objektif (deneyler, bilinebilen olaylar) yönleri ile inceler.

Psikoloji, eski devirlerde, Tanrı bilimciliğin etkisi altında kalan, psikolojik olayları “ruh” a bağlıyan bir bilim olarak kalmış, yakın zamanlarda deneysel ve müspet bir bilim haline gelmiştir.
Dünya üzerinde yüz binlerce yıl önceki hayatı inceleyen bilim, eskivarlık bilim. Fosiller üzerinde çalışan bir bilimdir. Dünya üzerindeki devir değişimleri, değişik Jeolojik zamanlarda yaşayan canlıların toprak altında kalmalarına sebep olmuştur. Bu canlılar, zamanla fosil haline gelmişlerdir. İşte paleontoloji, bu fosilleri inceleyerek onların yaşadıkları devirleri ve o devrin özelliklerini meydana çıkarır.
Ölümün sebebini anlamak için cesedi açma işi. Otopsi, savcının ve yargıcın gerekli gördüğü hallerde, adlî tıpla ve patolojik anatomi ile ilgili hekimler tarafından yapılır, iç organlarda, ölümün meydana geliş sebebi, tıp bilimi bakımından incelenir.
Eğlenceli ve hafif konular üzerinde yazılıp bestelenmiş, kısmen konuşmalı, kısmen de besteli sahne eseri. Operetlerin özellikle müzik kısmı çabuk öğrenilir ve kulakta kalacak şekilde bestelenmiştir. Bir çok çeşitleri vardır.
Ölümün sebebini anlamak için cesedi açma işi. Otopsi, savcının ve yargıcın gerekli gördüğü hallerde, adlî tıpla ve patolojik anatomi ile ilgili hekimler tarafından yapılır, iç organlarda, ölümün meydana geliş sebebi, tıp bilimi bakımından incelenir.
İçinde şarkı ile konuşmanın birlikte olabildiği yarı ciddi, yarı komik sahne eseri. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında gelişmiştir.
İçindeki konuşmalar müzikli olan ve bir orkestra'nın katılmasıyla oynanan şarkılı, manzum yazılmış yüksek sahne eseri. Operaya “lirik dram” adı da verilir. Operanın başlangıç tarihi XVI. yüzyıldır, İtalya'nın Floransa şehrinde, bazı eserlerin bestelenerek sahneye konmasıyla başlayan opera, asıl kuruculuğunu Monteverdi (1567 - 1643) ile kazanmıştır. Bu yeni müzikli dram sanatı. XVII. yüzyılın başlarında Fransa'ya geçmiş, çok geçmeden Paris'te “Millî Fransız Operası” nın kurulması ile gelişmeler kazanmaya başlamıştır. Gerek sahne alanında, gerekse beste alanında yetişen büyük sanatçılar elinde opera, yüksek bir sahne eseri olmak özelliğini kazanmıştır.
Bir santimetre boyunda ve küçük kareler şeklinde renkli taş ya da cam parçalarıyla yapılmış duvar resimleri ve zemin döşemelerine verilen ad. Sanat tarihinde önemli bir yeri olan mozayık usulünde resim yapmak ,eski zamanlardan beri uygulanmaktadır. Bu usûl resimde özellikle Bizanslılar çok ileri gitmişlerdir. Mozayık döşemede çok eski zamanlardan beri kullanıla gelen bir usuldür.
Türlü sesleri, kulağa hoş gelecek şekilde dizme sanatına verilen ad. Güzel sanatların bir kolu olan müzik, insanlığın doğuşu ile başlamıştır. İlkel toplumlarda yapılan din törenlerinde bu törenlerin kutsallığı, çoklukla çalınan müzik âletlerinin, söylenen dinî şarkıların yardımı ile daha da artmıştır, ilk çağlarda eski Yunanlıların, din törenlerinde müziğe verdikleri önemin büyüklüğü, bunu gösteren örneklerdir. Ortaçağ boyunca, halk müziğinin yanı sıra dinî müziğin de önem kazanması, bulunan yeni yeni müzik âletleri ile toplumlara daha geniş ölçüde etki yapan bir sanat durumuna gelmesi sonucunu doğurmuştur.

Fakat, müzik alanında asıl gelişmeler, Yeniçağla birlikte başlar. Ortaçağ'da meydana çıkan çok sesli müzik, Yeniçağ'da daha büyük gelişmeler kazanmış, matbaacılığın keşfi müzik notalarının çok yaygın olması sonucunu doğurmuş, yetişen büyük besteciler, müziği insanlığın ölmez bir sanatı haline getirmiştir.

Müzik, “ses” ve “ritm” arasındaki bağlantılarla meydana gelir. Zaman içinde akıp giden “ses”, ölçülebilen ve tckrarlanabilen parçalara bölünebiliyorsa, başka bir deyimle ritmleşmişse, o sese “müzik” denir.

Müzik sesleri, bir çeşit müzik yazısı olan “nota” ile tespit edilebilmektedir.
Yunanca “mithos masal”, “logos, bilgi” kelimelerinden gelme, efsaneler bilgisi anlamında bir deyim. Mithologia bir millet tarafından icat edilen efsanelerin, tümünü içine alan bir deyim olduğu gibi, bu bilime verilen bir addır.

Her milletin bir mithologia'sı (bu kelime Türkçede çoklukla mitoloji şeklinde kullanılır) vardır. Bu mithologio, o milletin dinî inançlarının ve duygularının bir görünüm şekli olmakla beraber, dinden ayrıdır. Fakat, her dinin de bir mithologia'sı vardır. Tanrıları, insan şeklinde tasavvur eden bu efsaneler, en eski dinlerde de vardır.

Mithologia'nın oluşumu üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunların içinde en doğrusu, insanların anlayamadıkları kuvvet ve olayları, beşerî bir şekilde açıklayan bir takım efsaneler ve masallar icat etmeleridir.

Şimdiye kadar en çok incelenmiş ve sanatta en önemli yeri kaplamış olan mtihologia, Yunan mithologia'ısdır. Türklerde Mithologia : En eski Türk efsanelerine ait bilgi, ancak Çin kaynaklarında yer almaktadır. Çin tarihleri. Gök Türkler ve Uygurlar hakkında önemli efsaneler kaydederler? Bunlarda “kurd” un önemli bir yer kapladığı görülür. Eski Türklerde “totem” olduğu anlaşılan kurdun tasviri bayraklarda ve çeşitli işaretlerde yer almıştır.

Daha sonraları Oğuz Türklerinde av hayvanları totem olmuştur. Oğuzlar zamanındaki efsaneler, “Oğuzname” adlı bir kitapta nakledilmiştir. Oğuz Han, Alp Ertunga, bu efsanelerin kahramanlarındandır.
Eski el yazması kitaplara boya ve yaldızla çok dikkatli ve ince olarak eski usulde yapılan resimlere verilen adı. Çinliler ve Türklerden İranlılara, oradan da Avrupa'ya geçmiş bir sanattır.Minyatürler, sanat bakımından çok, kitaptaki konuyu açıklayan ve gerektiğinde en ince ayrıntılar üzerinde durulan resimlerdir. Gözden çok fikre hitap etmeyi ön plânda tutmuştur. Derinlik yoktur. Resmin ön ve arka plânında ve boy farkı ile görünmesi gerekenler, minyatürde, aynı boyda, fakat öndekiler üstte olmak üzere resmedilir.Türk minyatürünün en ünlü sanatçısı Levnî'dir. (XVIII. yüzyıl).
Hava olaylarından ve onların etkilerinden söz eden bir bilim, Meteoroloji, hava olaylarım fizik matematik ve istatistik metotlarına göre inceler.
Zihnimizin doğruyu bulma ve bilme için yaptığı işlemlerin dayandığı kuralları gösteren bilim. Mantık, insan düşünüşünü konu olarak ele aldığı için insanı inceleyen psikoloji bilimi ile ilgilidir. Ancak, Psikoloji, ilkel ya da medenî, hasta ya da sağlam her türlü insanın ruhundaki normal, anormal her türlü olayı inceler. Mantık ise, ancak, olgun, sağlam ve mükemmel insanın, nasıl düşünürse doğru düşünmüş olacağını ortaya koyar.
Bir ya da birkaç konuya dair eli yazılmış ya da matbaada basılmış sahifelerden ibaret yaprakların, bir arada birleştirilmesi ile meydana getirilen, okumaya mahsus ciltli ya da ciltsiz eser.

Kitap, bugünkü şeklini alıncaya kadar çeşitli şekiller ve safhalar geçirmiştir.

Yazının icadıyla başlayan tarih devirlerinde insanlar yazıyı levha halindeki çamur tabakaları veya balmumu sürülmüş levhalar üzerine yazar veya ucu ince demir kalemlerle tahtaya veya taşa oyarlardı.

Asurlular, Sümerler, Hititler çamur levhalar üzerine çizgi halinde yazılan yazdıkları levhaları fırında pişirmek suretiyle sertleştirerek saklarlardı (Bunlara “tablet” deriz).

Bunlar henüz kitap denecek şeyler değildi. Gerçi binlerce tabletten müteşekkil kütüphaneler vardı; fakat bunlar ayrı ayrı sahifeler halinde tabletlerden ibaretti.

Mısır'da ise en eski zamanlardan beri “papirüs” denilen bir çeşit bitkinin düz olan yaprakları üzerine yazı yazılırdı. Bu yapraklar şerid hâlinde kesilip ıslatılır ve nişastaya batırılıp birkaç kat olarak tokmakla düz bir yerde dövülmek suretiyle kâğıt gibi sahifeler elde edilirdi.

Yazı yazılan papirüs yapraklarının bir kenarına bir tahta çubuk geçirilip ve bu çubuk sağ el ile tutulup çevrilmek suretiyle yaprak açılarak üzerindeki yazı okundukça sol el ile diğer ucu kıvrılmak suretiyle toplanırdı.

Bergamada da deri üstüne yazı yazılır ve bu deriler yan yana konarak kenarlarından bağlanırdı. İmparator Augustus zamanından beri deri yapraklı kitaplar bugünkü kitap şeklini aldı. Bu , suretle iki şekil kitap vücuda gelmişti ki bunun biri tomar şeklinde, diğeri katlama yapraklı idi.

İşte bugünkü kitap şekli bu son katlamalı derilerden doğmuştur. Hıristiyanlığın başlangıcında dine ait kitaplar hep deri üstüne yazılıyordu.

Orta Asya'da ve Çin'de de deri üstüne yazılmış kitaplar yapılıyordu. Çin de paçavradan kâğıt yapmak icat olununca papirüs ve deri yerine bu kâğıtlar kullanılmağa başlandı. El yazması olan kitaplar istihsal suretiyle teksir ediliyordu. Tahta levhalar üzerine ters ve kabartma olarak kazılan yazılarla basma usulünü takip eden harflerle baskı usulü icat olunduktan sonra kitap büyük bir gelişmeye uğradı. Böylece basılanlar elle yazılan kitaplardan daha ucuza mal olduğu gibi aslına da daha sadık bir şekilde basılmağa başlandı. Önceleri bu kitapların resimleri el yazmalarında olduğu gibi minyatürler ve çizgilerle yapılırdı. Fakat 1461 den itibaren Ramberg'de Pfister tarafından tahta üzerine kazılan resimlerle basılmaya başlandı.

1440 tarihinde, ayrı ayrı harfleri yan yana getirmek suretiyle sahife teşkil usulünü bulan Johan Gutenberg kitap basma sanatına yeni bir inkişaf vermiştir.

Durer gibi meşhur kazı ressamlarının kazdıkları klişelerden de resimler basılıyordu. XV. yüzyıldan itibaren kitaplarda kazma resim ancak harita, tıp ve biyolojiye ait resimler gibi açıklayıcı resimler için kullanılıyordu. Kitaplara basılan renkli resimler ise XVIII. inci yüzyılın sonlarında başladı. İngiltere'de kesme kalıplarla boyama usulü tatbik olunmak suretiyle ucuz boyalı resimler basıldı. 1796 da taş üstüne mürekkeple yazı yazılarak basma usulü yeni litografya icat olunmuştu. Bu suretle de kitaplar basılıyor ve boyuna bu usul ile yani litografya usulüyle resimler yapılıyordu. Fotoğrafla yapılan klişeler de kitapları resim cihetinden çok zenginleştirdi. XIX uncu yüzyılın sonlarında stereotipinin tatbiki ve yeni baskı usulleri ve makinelerinin icadıyla kitap her keseye elverişli bir hale geldiği gibi güzellik ve baskı itibariyle de büyük bir gelişmeye uğradı.

Türkiye'de de matbaanın tatbikatından önce kitaplar ya deri veya Hint de ve Türkistan'da yapılan deriye benzer kâğıtlar üzerine yazılıyordu.

Türklerin istanbul'u fethettikleri zaman Avrupa'da ayrı ayrı harfleri yanyana getirmek suretiyle bitaplar basılıyordu.

Fakat Türkiye'de matbaanın uygulama yılı olan 1729 a kadar kitaplar el ile yazılmakta devam etti. O zamanları Paris'te sefir olan Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin Avrupa'daki fikir ilerlemelerinin başlıca sebeplerinden biri, halkın her türlü ilim ve fen kitaplarından istifade etmesi olduğu hakkında verdiği bilgiler Nevşehir'li İbrahim Paşayi ilgilendirmişti.

Yirmi Sekiz Çelebi Mehmed Efendinin oğlu Said Mehmed Efendi Paris'te babasıyla beraber bulunduğu sırada matbaalar hakkında bir fikir edinmişti. İstanbul'da İbrahim Müteferrika isminde lisan bilir ve matbaacılıktan anlar bir zat ile birleşerek İbrahim Paşa'nın da muvafakatini almak suretiyle bir matbaa açmağa teşebbüs etti.

Fakat bu teşebbüse karşı cahil softaların ayaklanmasından çekinen İbrahim Paşa o zamanın şeyhülislâmından bir fetva almak suretiyle bu işi halletti. Bu fetva, ancak lügat kitabı gibi şeylerin basılması hakkında idi. 1729 senesinde açılan bir matbaada bazı faydalı kitaplar basıldı. Fakat biraz sonra softalar halkı ayaklandırarak saraya hücum ettiler ve İbrahim Paşayı katlettiler. Matbaa da kapandı. Bir müddet sonra isyan bastırılınca matbaa tekrar açıldı. Matbaanın ilk bastığı kitap Vankulu adındaki sözlüktür.

Türkiye'de 1831 yılında Mehmet Hüsrev Paşanın himayesiyle Jacqes Ca-illol tarafından tatbik olunan taş basma usulünde de bir çok askerî ve talim kitapları ve haritalar basılmıştır.

Atatürk'ün harf devrimine kadar Türkçe kitaplar eski Türk harflerinin Lâtin harfleri gibi punto üzerine dökülmüş ayrı ayrı şekillerinin tertibi suretiyle basılmakta idi.

Lâtin harflerinin kabulünden sonra ise kitaplar bütün Lâtin harfi kullanan memleketlerdeki gibi soldan sağa yazılmak ve sabiteler de bu şekilde rakamlanmak üzere batı medeniyeti kitaplarının şeklini aldı.
Avrupa'da 1910 da ortaya çıkmış bir sanat akımı. Resim, mimarlık gibi sanat kollarında, eşyayı geometrik şekiller halinde göstermek esasını güder.
Bir kişinin bir şeyin ya da bir olayın tuhaf ve gülünç taraflarını meydana koyacak şekilde yapılan resim. Karikatürler, güdülen amaçlara göre, şaka etmek, alay etmek ya da küçük düşürmek için yapılmış olabilir. Kuvvetli bir anlatım kudretini gerektirdiği için ince ve önemli bir sanat şubesidir. Edebiyattaki mizah ve yerginin resimdeki şeklidir.

Bugünkü anlamıyla karikatürün meydana gelişi Rönesans devrine rastlar Bizde XIV. yüzyılda başlayan Karagöz oyunu bir çeşit karikatürdür. Fakat karikatürlerin bulunduğu mizah dergileri ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru çıkmağa başlamıştır. Son yıllarda da karikatür sanatı bizde, dünya ölçüsünde bir gelişme kazanmıştır.
Kalker bir taş üzerine, yağlı bir madde ile çizilmiş yazı ve resimleri basma suretiyle çoğaltma sanatı, taş basması. XVIII. yüzyılda Bavyeralı Senefelder tarafından icat edilmiştir.
Bilimsel incelemeler, deney ve çeşitli hazırlıklar için kurulmuş, içinde gerekli âletler ve maddeler bulunan yer. Her bilim dalına ya da araştırması yapılacak konuya göre kurulmuş laboratuarlar vardır: Kimya laboratuarları, fizik laboratuarı, atom araştırmaları laboratuarı gibi.
Yer'in halinden bahseden bir ilim, yer bilimi. Jeoloji yerin yalnız şeklini değil, oluşunu, yapısını, çeşitli devirlerde geçirdiği ve hâlâ geçirmekte olduğu değişiklikleri inceler. Başlıca iki kola ayrılır: Genel jeoloji, Özel jeoloji. Genel jeoloji yerin yapılışını dış ve iç kuvvetlerin yeryüzünde yaptığı etkileri inceler. Özel jeoloji de yerin güneşten ayrıldıktan sonra bu güne kadar geçirdiği eğişiklikleri inceler.
Genel yıkanma yerleri (Evlerdeki yıkanma yerlerine de hamam denir). Hamam denilen genel yıkanma yerleri, eski Romalılar ve Bizanslılarda da yapılmışsa da buharla ısınan ve çok geliştirilmiş olan hamamlar asıl Türklerde yapılmıştır. Bu sebeple, buharla ısınan hamamlar ,genel olarak “Türk hamamı” adı ile anılır.

Türk hamamları ,başlıca üç bölümden meydana gelmiştir: Soyunma yeri, soğukluk, sıcaklık. Soyunma yeri, sokak kapısından sonra geniş bir avlu üzerinde sıralanmış yüksekçe soyunma sedirlerini ve bölümlerini ihtiva eder. Bu bölümün ortasında çoklukla bir havuz ve bir köşesinde de kahve ocağı bulunur. Soyunma yerinden küçük bir kapı ile soğukluk bölümüne girilir. Soğukluk orta derecede ısıtılmış bir bölümdür. Oturulacak ve uzanılacak sedirler vardır. Hamama girecekler vücutlarını sıcağa burada kurulanırlar. Soğukluktan asıl yıkanma yeri olan sıcaklığa girilir. Ortasında yüksekçe bir set olan “göbek taşı” bulunur. Çevrede kurnalar ve önlerinde yıkanacak setler vardır.

Hamamların çoğu, büyük sanat eserleri halindedir. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ve İstanbul'da tarihî kıymeti olan pek çok hamam bulunmaktadır.
Eski Mısır yazısı. Mısır medeniyetinin en güzel ve en başarılı eserlerinden biridir. Bir takım resimlerden ibarettir. Önceleri, anlatılmak istenen eşyanın resmini çizmekle başlamış, zamanla fikirleri resimle ve resimle anlatımı güç olan fikirleri de remizle anlatabilir duruma gelmiştir. Mısır yazısında 24 harf tespit edilmiştir. Ancak, bu yazıda sesli harf kullanılmadığından, hiç bir zaman Fenike yazısı gibi bir alfabe şeklini alamamıştır.

Hiyeroglif'in biraz gelişmiş şekli de yapılmış ve fikirler, daha basit resimlerle anlatılabilir duruma gelmiştir. Bu değişik Hiyeroglife “Hiyaretik” adı verilir.

Hiyeroglif, ancak XIX. yüzyılda okunabilmiştir. (Hiyeroglif yazışım ilk defa okuyan Jean François Champollion (1790 - 1882) adlı bir Fransız bilginidir.
Bir fikri, bir dâvayı dinleyicilere benimsetmek, onları bu fikre, dâvaya inandırmak için söz söyleme işi ya da sanatı. Bu işi yapan kişiye “hatip”, söylenene de, yerine göre “nutuk”, “söylev”, “hitabe” denir.

Hitabet, nesir türlerindendir. Ancak işlenen konunun, konuşmanın yapıldığı anda ilgi uyandırması, anlaşılması gerektiğinden, nesrin genel kurallarına bağlı olmakla beraber, bazı özel kuralları da vardır. Söz söyleyen kişinin, söz söyleyeceği toplumu göz önünde bulundurması, anlatımını bu toplumun isteyeceğine göre ayarlanması gerektir. Bu bakımdan hatibin, kelimeleri dinleyicilerinin kültürel durumuna göre seçmesi, hitap ettiği toplumun anlayabileceği kelimeleri, sözleri, deyimleri kullanması gerektir.

Hitabeye, konuşmanın yapılacağı topluma göre değişen “hitap”larla başlanır : “Yurttaşlar, Sayın dinleyiciler. Vatandaşlar, Arkadaşlar...”gibi. Bu çeşit hitaptan sonra ilkin fikir, dâva ileri sürülür. Bu fikir ya da dâva üzerine, dinleyicilerin varması istenen fikrin ve düşüncenin sonucu söylenir. Hatip bunları yaparken, dinleyicilerin zekâsına, hayaline, duygusuna başvurur. Anlatımında çeşitlilik göstermek, dinleyenleri heyecana sürüklemek, onları varmak istediği sonuca ulaştırmak için gereklidir.

Sözle, bir fikri, bir dâvayı dinleyenlere aşılamak işi çok eskidir. İnsanlar, yazıyı bulmadan çok önceleri, sözle bir fikri söylemeyi, inandırmayı uygulamışlardır. Bu bakımdan, yazılı sanat türlerinden önce, sözle bir fikri söyleme türü olan hitabet türü meydana gelmiştir. İlkçağda, toplumlara karşı bu çeşit söz söyleyerek fikir ve düşünce yayma fikri, özellikle Yunan ve Romalılarda yetişen Demosten, Cicero gibi hatipler, söz söyleme sanatının ünlü kişileridir.

Hitabet, sözün konusuna ve söylenme yerine göre başlıca şu çeşitlere ayrılır:

Siyasî hitabet, siyaset konusunda söylenen nutuklardır. Bu çeşit nutuklar, çoklukla millet meclislerinde, siyasî parti toplantılarında, mitinglerde, diplomatik toplantılarda söylenir. İç ya da dış politikayı ilgilendiren konuşmalardır.

Askerî hitabet, komutanların askerlerini cesaretlendirmek için söyledikleri ya da çeşitli askerî konularda söylenen nutuklardır.Dinî hitabet, tapınaklarda din konusunda söylenen nutuklardır.

Hukukî hitabet, mahkemelerde, hukuk konusunda söylenen (savcıların iddianameleri ile avukatların ya da sanıkların savunmaları) nutuklardır.

Akademik hitabet, bilim toplantılarında akademilerde söylenen nutuklardır. Bir bilim adamının bir akademiye kabul edilirken söylediği nutuk, üniversitelerin ya da bilim kongrelerinin açılışında söylenen nutuklar akademik nutuklardır. Hitabet çeşitlerinin bu genel ayrımlarının dışında, hitabet biçiminde yazılmış yazılar, radyoda yeni bir fikri yayma amacı ile söylenen nutuk ya da yapılan konuşmalar, iki ayrı tezin aynı topluluk karşısında savunulması olan münazaralar da hitabetin çeşitleri arasında yer almaktadır.Türk toplumunun yetiştirdiği büyük hatipler vardır. Ancak, hitabetin yaygın olma alanlarının az olduğu Cumhuriyetin ilân edilmesinden önceki devirlerde, büyük hatiplere pek rastlanmaz. Türk toplumunda büyük hatipler, özellikle çeşitli fikirlerin toplumlara duyurulması zorunluluğunun kabul edilmesinden demokratik düzenin yerleşmeğe başlamasından sonra yetişme imkânı bulmuştur. Türk toplumunun yetiştirdiği en büyük hatip Atatürk tür.
Dokuların yapısını inceleyen bilim; dokubilim. Ayrı bir bilim dalı olmakla beraber, organlarla doku ve hücrelerin oluşumunu inceleyen embriyoloji ile bir bütün meydana getirir. Histoloji bilimi, dokuların, gözle görülmesi imkânsız olan yapısını incelediğinden, ancak mikroskobun bulunmasından sonra gelişmiş bir bilimdir.
Bazı olayların sebeplerini açıklamak için geçici olarak kabul edilen bir varsayım. Bütün deneyli olaylar, ilkin zihindeki bir tasarlama ile başlar. Bilgin ya da araştırıcı, zihnindeki bu tasarlama ile deneysel bir sonuca varabilmek, incelemek istediği olay hakkında bir sonuca vararak o olayın sebeplerini açıklamak, bir kanuna ulaşabilmek için, zihninde almak istediği sonucu, bir varsayım (bir hipotez, bir faraziye) olarak düşünür. Bu düşüncesine göre, deneylerini yaparak ya olumlu ya da olumsuz bir sonuca varır. İşte bazı olaylarla ilgili sebeplerin açıklanması için geçici olarak kabul edilen bu varsayım, hipotezi meydana getirir.
Herhangi bir canlının, çoklukla insanın göründüğü şekilde yapılmış biçimi. Heykel kelimesi, çoklukla tam vücutlu eserlere verilir. Bunların bele kadar olanlarına “büst” adı verilir Heykeller tek bir canlıyı (insan hayvan) tasvir edecek şekilde yapılır. Birkaç heykelden meydana gelmiş anıtlara “heykel grubu” adı verilir.

Heykeller, ağaç çamur, alçı, taş ya da çeşitli madenlerden yapılır. Ağaç ve taş heykeltıraş olunarak, çamur heykeller cisimlenerek, maden heykeller dökülerek yapılır. Canlı ile aynı büyüklükte olan heykeller, gerçekteki ölçülere uyarlar. Gerçekten çok ufak heykeller, biblo, statü adlarını alırlar. Bir düzlem üzerine yarım kabartma şeklinde yapılmış heykeller de “röliyef” adını alırlar.Bu işle uğraşan, heykel yapan sanatkârlara da “heykeltıraş” adı verilir.

Heykel yapımı, çok eski medeniyetlerden beri devam ede gelen bir sanat halindedir. Tarih öncesi devirlerde bile bugünkü heykelcilik anlayışına uymamakla beraber, bu sanatla ilgili eserlere rastlanmıştır.

İlkçağ medeniyetlerinde ise heykel yapımı, gelişmiş bir sanat olarak dikkati çeker. Bu çağ medeniyetlerinden Mısır, Hitit, Asur medeniyetlerinde özellikle tanrı ve hükümdar heykelleri" o çağlardan kalan önemli sanat eserleri olarak müzeleri süslemektedir Fakat, heykelcilikte asıl gelişme, eski Yunan medeniyetlerinde görülür. Eski Yunanlılar tanrılarının, kahramanlarının, bilim adamlarının, filozoflarının hükümdarlarının heykellerini, gerçek in. san ölçülerine çok yakın şekilde yapmayı başarmışlar ve bunlar üzerindeki işlemleri de çoğu birer sanat şaheseri olan eserler meydana getirmişlerdir.Bu medeniyetlerde yapılmış heykeller ve bunların çağımızda yapılmış çeşitli kopyaları, sanat müzelerinin en kıymetli eserleri halindedir.

Ortaçağ boyunca, bütün güzel sanatlarda olduğu gibi, heykelcilikte de gerileme olmuş, ancak Rönesans'la başlayan sanatta ve bilimde uyanış hareketi bu alanda kendini göstermiştir. Bu çağ medeniyetlerinde, eski Yunan'a dönüşün bir belirtisi olan gerçek ölçülere uygun çeşitli heykeller yapılmış, büyük heykeltıraşlar yetişmiştir.Bugünün heykelcilik anlayışında ise “Modern heykelcilik” deyimi ile anlatılan yeni bir heykelcilik sanatı ortaya çıkmış, bu sanatta gerçekteki ölçülere ve biçimlere uymayan heykeller yapımı önem kazanmıştır.
Güzel yazı sanatı. Her alfabenin değişik yazılışları vardır. Bu değişik yazılış şekilleri, hattatlık sanatını (ya da hat sanatı) meydana getirir. Böyle bir sanata en uygun alfabe, Arap alfabesi olduğu için, bu yazı ile güzel el yazıları yazmak Osmanlılarda ve Doğu İslâm dünyasında başlıca el sanatlarından biri haline gelmiştir.

Osmanlılar devrinde hattatlık, bütün Doğu İslâm dünyası hattatlığından çok ileri gitmiş ve sanat eseri olacak değerde pek çok eserler veren hattatlarımız yetişmiştir.

Hattatlıkta, eski harflerle kullanılan yazı çeşitleri şunlardır. Celî (her çeşit yazının uzaktan okunacak kadar irice olanı), Kufi (harflerin köşeleri gönyeli olarak ve daha çok enlilemesine uzantılarak yazılan, İslâmlığın ilk devirlerinde icat edilmiş bir yazı çeşidi), Nesih (Kur'anların yazılışında, basma kitaplarda kullanılan derli toplu yazı), Divanî (fermanlarda kullanılan süslü yazı), Rik'a (el yazısı ola Tak kullanılan çok sade yazı şekli), Sülüs (levhalarda, kitabelerde kullanılan ahenkli ve her türlü şekle uygun yazı çeşidi. Osmanlılarda bu çeşide büyük hattatlar yetişmiştir), Reyhanı (sülüs'e benzeyen, fakat daha açık ve belli bir yazı çeşidi, Siyakat (yatay çizgilere fazla önem verilen yazı çeşidi) Tâlik (İran'dan alınma eğri ve çok ahenkli bir yazı çeşidi. Bu yazı çeşidinin de büyük hattatları Osmanlılar arasında yetişmiştir).
Yere yaymak, mobilya üstüne serilmek, duvarlara süs olarak asılmak için yünden ya da ipekten örülen ya da dokunan değişik büyüklüklerdeki örtü. Yapılış biçimlerine göre başlıca iki çeşide ayrılırlar: 1 - Dokuma halı, 2 - Örme halı. Dokuma halılar, kumaş gibi olan halılardır.Bunlara “kilim” adı verilir. Halı tezgâhında dikey olarak çekilmiş ipliklere, yatay olarak iplikleri bir taraftan öbür tarafa atmak suretiyle dokunur. Asıl halılar örme olarak yapılan halılardır. Bunlar, halı tezgâhlarında yatay ve dikey olarak yan yana çekilmiş iplikler üzerine istenen resme göre düğümlenen renkli yün ipliklerin uçlarının kesilerek kadife görünüşü vermesi ile meydana gelir. Düğümler, halının alacağı resmin şekline göre belli hesaplar içinde örülür. Düğümlerin de sıkı olması o halının değerinin artmasını sağlar.

Halının ilkel maddesi yündür. Yünler iplik haline getirildikten sonra değişik renklere boyanır ve istenen resimlerin renklerine uygun iplikler kullanılarak, çeşitli renklerden meydana gelmiş halılar örülür.

Türklerde halıcılık, gelişmiş bir sanat durumundadır. Özellikle Gördes, Demirci, Uşak, Sivas, Isparta, Kula halıları ünlüdür.
El yazısından yazarın karakter ve duygularını anlamayı amaç edinen çalışma, yazı bilgisi. 1622 yılında Baldo adlı bir İtalyan tarafından çalışarak meydana getirilmiştir. XIX. Yüzyıldan itibaren de Langenibruch, Michon, Preper gibi bazı ruhbilimciler tarafından bir bilim kolu haline getirilmeğe çalışılmıştır. Grafoloji ile yazının şekline, ahengine, çabuk yazılıp yazılmadığına, incelik ve kalınlığına, gerginlik yönüne bakmak suretiyle yazan hakkında oldukça kesin hükümler verilmektedir. Yapılan deneylere göre eğri çizgiler yazanın sessiz ve yumuşak tabiatlı birisi olduğunu gösterir; dört köşeli yazılar kudret, dayanma, inat ve ısrarı gösterir.
Mekân kavramını kendine konu alan Matematik bilimi. Geometri, mekânda yer alan şekiller arasındaki zorunlu bağları ve oranları bulur. Bu şekiller, ya çizgiler gibi bir “boyut” lu olurlar (uzunluk) ; ya yüzeyler gibi iki boyutlu olurlar (uzunluk, enlilik); ya da hacimler gibi üç boyutlu olurlar (uzunluk, enlilik, yükseklik). Yüzeylerden, geometrinin bir bölümü olan düzlem geometrisi hacimlerden da uzay geometrisi söz eder. Cisimlerin birbirini kesen iki düzlem üzerindeki izdüşümlerini de tasarı geometri inceler. Geometrinin bu bölümlerinden başka analitik geometri, sonsuzluk geometrisi, izdüşel geometri gibi bölümler de vardır.

Geometri, pek eski olan bilimlerden biridir. Babilliler, Sümerliler ve Mısırlılarca tatbik edilmiş, ilk esasları da Yunanlı bilginlerden Thales, Uhitogaros, Euclides tarafından kurulmuştur. Okullarda öğretilen ve pratik hayatta okutulan geometri Euclides geometrisidir.
İnsanda heyecan ve hayranlık uyandıran sanatlar. Bu sanatlar marangozluk, demircilik, dülgerlik gibi, el işinden çok ,ruh ve duyguyu ilgilendiren sakatlardır.

Güzel sanatlar içine, Ortaçağ bilginleri tarafından on sanat sokulmuştur. Bunlar da: sarf (dilbilgisi), nahiv (sözdizimi), ilmi beyan (güzel konuşma bilimi), belagat (güzel konuşma bilimi), hesap felsefe, musiki, hendese geometri), ilmi heyet (astronomi) idi.Fakat bunlardan çoğu, bilimler arasına

girmiş ve güzel sanat olmaktan çıkmıştır. Güzel sanatların çeşitleri:

1 - Edebiyat: Kelimelerle yapılan bir güzel sanattır. Nazım ve nesir yolundaki bütün eserler bu kola girer.

2 - Resim: Yağlı, sulu ya da kuru boyalarla bir zemin üzerine çizgiler çizme ve boyama suretiyle yapılan güzel sanattır. Resim yapan sanatçıya “ressam” adı verilir.

3 - Heykel: Ya tabiatta var olan ya da hayalde canlandırılan varlıkları,taş, çamur, tahta, maden gibi maddeler kullanmak suretiyle üç boyutlu olarak yapma işidir. Heykel yapanlara “heykeltıraş” adı verilir.

4 - Mimarlık: insanların estetik zevklerine hitap edecek şekilde yapılar yapmaktır. Tarihî olmak özelliğini kazanmış yapıtlar, tapmaklar .camiler, saraylar, bir medeniyetin en güzel eserlerini meydana getirirler. Sanatçılarına “mimar” adı verilir.

5 - Musiki: Sesleri melodi haline getirme sanatıdır. Musiki, pek çok bölümlere, ayrılır. Musiki bestecilerine “musikişinas” denir.

6 - Tiyatro: Bir hikâyenin, sahnede, oyuncular tarafından canlandırılarak, temsil edilmesi sanatıdır. Bugün tiyatro eserleri, sinemalarda, radyolarda, televizyonlarda yer almaktadır. Eseri oynayan sanatçılara “aktör, aktris” adı verilir.

7 - Dans: Musikiye uyularak yapılan ritmik hareketlerdir. Pek çok çeşitleri vardır.

Bunların dışında olarak, bugün, sinema ve fotoğrafçılığı da güzel sanatlar arasında sayanlar vardır.
Bir olayın yürüyüşünü göstermeyi ya da birkaç şey arasında karşılaştırma yapmaya yarayan türlü çizgilerden meydana gelmiş şekil. Grafikler, biri pratik öbürü bilimsel olmak üzere iki amaç için yapılır.

Pratik amaç güden grafiklerle, çeşitli olaylar hakkında toplu, seri ve doğru görüş elde edilir. Bilimsel amaç güden grafiklerle de, en doğru istatistik araştırmaları yapılabilir. Bir olayın, çeşitli yönlerdeki durumlarını grafikleri tespit edip mukayeseler yapmakla, o ola; hakkında bilimsel değer hükümlerine varılmış olunur. Grafikler, birçok şekil ve tarzlarda gösterilebilir. Bunlar arasında en çok kullanılan kartogramlar ve diyagramlardır.
Bitkilerde ve hayvanlarda soy çekimi denen olayı inceleyen biyoloji şubesi. Bu bilim kolu, aynı soya bağlı fertlerin özelliklerini incelemek yolu ile ana ve baba soylarında meydana gelen ayrılıkları ve benzeyişleri tespit etmeğe çalışır. Genetik hemen hemen bu yüzyıl bilimidir. Avustralyalı botanikçi Mendel (1822- 1884) ürettiği bitkiler üzerinde kalıtım bakımından yaptığı gözlemleri sonucu, kendi adı ile anılan Soyçekiminde nöbetleşe kanununu bulmuştur. Bu kanunu ile Mendel, ana ve babadaki bir kısım özelliklerin bazı defa doğrudan doğruya evlâtta görülmeyip torunlarda meydana çıktığım açıklamaktadır.
Genel olarak varlıkların, prensiplerin ve sebeplerin genel bilimi şeklinde tarif edilen bilim. Yunanca filos (dost) ve sofia (bilim) kelimelerinden meydana gelmiştir ve “bilim sevgisi” ve “hikmet dostluğu” anlamına gelir. Eflâtun, felsefeyi, “varlığın sebeplerini” anlatan bir bilim olarak görmüştür. Aristo ve Orta çağ filozofları da “Prensiplerin ve sebeplerin bilimi” olarak tarif etmişlerdir.

Her bilim, kendi konusu içindeki gerçekleri araştırdığı halde, felsefe ilk ve genel olan sebeplere ulaşabilmek için bütün varlığı tetkik eder ve bu bakımdan öbür bilimlerden ayrılır. Felsefe, bu âlemin değişmez bir prensiple açıklanıp açıklanmayacağını, bu âleminin neden meydana geldiğini, varlığın şekil ve özelliğinin neden ibaret olduğunu, bu alemin niçin var olduğunu, insan da dahil olduğu halde bu alemin sonunun ne olacağını nereden gelinip nereye girileceğini inceler.

Böylece, bu soruların cevabının verilebilmesi için insan bilgisinin sınırını tayin eder. Bilgilerimizin değerini inceler.

Felsefe, bu çalışmaları ile birlikte, bilginin kaynağı meselesini de kendisine konu olarak almıştır. Bu iki esas meseleden başka felsefe, insan hareketleri ile ilgili meselelere de cevap vermeğe çalışır.Felsefe, bu çalışması ile, bir “genel bilim” özelliği taşır. Böyle olmakla beraber her bilimin kendine mahsus bir felsefesi vardır : Tarih felsefesi, eğitim felsefesi gibi.

Bugün felsefe, psikoloji, mantık, ahlâk estetik ve fizikötesi (metafizik) olmak üzere beş kısım altında okutulmaktadır, ayrı birer bilimdirler ve felsefenin başlangıcı ve vasıtası özelliğindedirler.

Felsefenin gelişmesi : Felsefenin başlangıcı, M.Ö. 600 yılına kadar Thales, ilk filozof olarak kabul edilmektedir. İyon felsefe okulundan olan Thales'in ve bu yolda gelmiş ilk filozoflar, dünyanın neden yapıldığı konusunda cevap bulmaya çalışmışlardır. Bundan sonra gelen Sofistler, ileri sürülen fikirlerin çokluğu ve değişikliği karşısında, “Nereden biliyorsunuz?”sorusunu sormuşlardır. Fakat, Sofistlerin bu sorularını da, bunlardan sonra gelen ve ahlâkçı bir filozof olarak bilinen Socrates yetersiz bulmuş, her şeyden önce “Neye yarar?” sorusunun sorulmasını gerekli görmüştür. Eflâtun ve Aristo, Socrates'ten sonra, ahlâkî felsefenin temeli haline getirmişler ve uzun yüzyıllar, filozofları etkilemişlerdir.

Romalılar, uzun süre felsefe meşalelerini, Yunandan almışlardır. Ancak, ilk yüzyılda Pyotinus, Eflâtun'un felsefesinde bazı değişiklikler ileri sürmüştür.

İslâm felsefesi de. Yunan felsefesinin büyük etkisi altında kalmıştır. Fakat, bu felsefeye, her şeyden önce, “Tanrı evrenin hayat kaynağıdır” kavramı esas olmuş, İslâm felsefesinin temeli olan “tasavvuf” görüşü doğmuştur. Farabî, İbnî Sina, bu yolda yetişmiş büyük İslâm filozoflarıdır. Gazali ise, Aristo felsefesine hücum etmiş, “Kelâm” denen İslâm felsefesinin temsilcisi olmuştur.Hıristiyanlığın yayılması üzerine, bu yolda gelen ilk filozoflar, Eflâtun'un ve Plotinus'un izleri üzerinde yürümüşler. Ortaçağ'da ise. Hıristiyan filozoflar, Aristo'nun felsefesini benimsemişlerdir. Böylece, “Skolâstik felsefe” meydana gelmiştir.

İngiliz filozofu Francis Bacon île Fransız filozofu Rene Descartes, bugünkü felsefenin kurucuları olmuşlardır. İki filozof da, felsefenin metodu üzerinde önemli fikirler ileri sürmüşler, böylece bu ilkeler, bugünkü bilimlerde güdülen metoda temel olmuştur.
Maddenin özelliklerini ve niteliklerini değiştirmeyen olay ve hareketlerini inceleyen ve bunları kanunlara bağlayan bilim. Bir olayın fizik bilimi bakımından incelenmesi, ancak maddenin “niteliğinin değişmemesine” bağlıdır. Çünkü niteliği değiştiren olaylarla başka bilim, kimya bilimi ilgilenir.
Işık aracı ile resim çıkarmak usul ve sanatı 1829 yılında Nicephore Niepce (1765 - 1833) ve Jacques Daguerre (1789 - 1851) adlı iki Fransız araştırıcı tarafından keşfedilmiştir. Fotoğrafçılığın esası gümüş bromür gibi bazı tuzların güneş ışığı etkisi ile kararması esasına dayanır. Gümüş bromürü ve iyice hassas bir hale getirilmiş bir cam ya da jelâtin plağı fotoğraf makinesinin “karanlık oda” denilen boşluğunun sonuna yerleştirilir. Dışarıda resmi alınmak istenen şeyin hayali, ters olarak bu plâk üzerine tespit edilir. Böylece, negatif bir hayal elde edilmiş olur. Bu hassas plâk üzerine tespit edilmiş şeyin ışığı çok fazla gelmiş kısımları koyu siyah az gelmiş kısımlar daha açık, ışık görmemiş kısımları beyaz olarak çıkar. Bu siyahlı beyazlı fark, ışığa gelen ve gelmeyen kısımların, ışığı alma derecelerine eşit oranda ve ters şekilde belirir. Elde edilen ve negatif olan bu klişe ya da cam sonradan yine hassas olarak hazırlanmış olan kâğıt üzerine, belli işlemlerden geçirilerek yeniden tespit edilir. Fotoğraf kâğıdına tespit edilen resim, bu kere negatif olarak değil de, tabiattaki ışık alma durumuna eşit olarak tespit edilmiş olur.

Böylece, fotoğrafçılık iki esasa dayanmış olmaktadır. Birisi, tabiattaki şekillerin bir karanlık kutu kenarına açılmış delikten içerdeki hassas plâk üzerine tespit edilmesi (negatif olarak); ikincisi de, bu negatif hayalin, çok ya da az ışıklı yerlerine göre az, ya da çok kararması suretiyle resim meydana gelmesidir.

Fotoğraf makinelerinde başlıca üç bölüm bulunur :

1 - Bir kaç mercekten meydana gelmiş olan objektif. Hayalin düzgün bir şekilde aksetmesine yarar.

2 - Karanlık oda. Bir körük gibi uzayıp kısalması ile hassas cam üzerine akseden hayalin net olmasını sağlar.

3 - Plağı ihtiva eden çerçeve.

Bir resim elde etmek için ilkin poz tespit edilir. Hayalin hassas plâk üzerine tespit edilmesi için geçmesi gereken ışık zamanı, pratik ölçülerle tayin edilir. Bundan sonra, negatif plâk kırmızı ışıkla aydınlanmış laboratuarda yıkanma banyosuna konur, böylece hayal meydana çıkar. Bu hayal, % 10 nispetinde hiposülfit eriyiği ile tespit edilir. Daha sonra elde edilen bu negatif resim, plâk ya da filimden kâğıtlara geçirilir. Bu işler de, ayrı teknik şartlara bağlıdır. Son yıllarda negatif resimler, hassas filmlere tespit edilmiş, yakın zamanlarda da bulunan yeni usullerle renkli fotoğraf çekme imkânı hâsıl olmuştur.
Bitki ve hayvanları meydana getiren doku ve organların vazifelerini ve bunları nasıl yerine getirdiklerini araştıran bilim şubesi. Fizyoloji, biyolojinin bir kolu sayılmaktadır.
Resim ve heykelde insan ve hayvan şekillerine verilen ad. Bir tablodaki figürler denildiğinde, o tablodaki insan ve hayvan resimleri anlaşılır. Figür genel olarak insan ya da hayvanın bütün vücudunu gösteren resimdir. Bunlar, ya normal insan ve hayvan büyüklüğünde olur ya da bunlardan büyük ve küçük olur. Hiçbir elbise ve kumaş parçası ile örtülmemiş olan ve bütün vücudun göründüğü resme “çıplak figür” elbise giyilmiş olarak yapılan figürlere “giyimli figür” denir.
Tabiatta ve sanatlarda güzelliğin şartlarından ve güzelin insan ruhunda uyandırdığı etkilerden söz eden bir bilim. Felsefenin bir şubesi sayılır. Güzelliğin ve güzel felsefesi demek olan bu bilimin kurucuları Eflâtun ile Aristo'dur. Mantık nasıl gerçeği bulmak için akla kılavuzluk ediyorsa, estetik de güzel ve güzelliği bulmak için hislere kılavuzluk eder. Estetik, metafizik estetik, psikolojik estetik, sosyal estetik, filozofik estetik gibi bölümlere ayrılır.
Kılıç ya da süngü kullanmak sanatı ve bu sanatı elde etmek için yapılan talim ve oyun. İlkin savaşmak amacı düello yapmak ve korunmak için öğrenilen bu sanat, XVI. yüzyıldan itibaren, bir spor olmağa başlamış, İtalya ve Fransa’da yaygın olmuştur. Değişik silâhlarla oynanan bu oyun, çok sivri uçlu uzun kılıçlarla oynanmış ve önemli sporlardan biri olmuştur.
Fransızca “impression (tesir, intiba, izlenim)” kelimesinden alınmış bir akımın adı. Bu akımın adı, 1874 yılında, Manet , Monet , Pisaro , Sisley ve Cezanne'ın birlikte açtıkları bir resim sergisinde görüşmelerini yazan bir gazetenin Mannet'nin “impression” adlı tablosunda örnek alarak, bu ressamlar” “impressioniste” adı vermesinden çıkmıştır. Empresyonizmin başlıca hareket noktası ışıktır. Renkler, daha canlı olarak ve tabiattaki renklere uygun bir; şekilde verilir. Yapılan tablolar, masa başında yapılmış tablolardan çok, tabiat içinde yapılmış tablolar izlemini taşır.
Paris'te Champs de Mars meydanında 1889 yılında milletlerarası sergi münasebetiyle, Fransız mühendisi Gustave Eiffel tarafından yapılmış olan kule. Yüksekliği 300 metre 65 santimetredir. Eiffel kulesi üzerinde Fransa'nın en önemli radyo merkezi ile bir meteoroloji gözlem merkezi kurulmuştur. Kulenin dört ayağı vardır. Birinci katına kadar isteyenler demir merdivenlerden çıkar. Birinci katta lokantalar, kahvehaneler, fotoğrafhaneler ve çeşitli dükkânlar vardır. Buradan öbür katlara asansörle çıkmak mümkündür. Kulenin tepesine yakın yerlerden Paris'i bütün olarak görmek mümkündür.
Mısırda eski zamanlardan kalma piramit şeklindeki anıtlar. Bunlar, eski Firavunların ve hükümdarların türbeleri olarak yapılmış anıtlardır. Nil boyunca yüzlerce ehram vardır. Bunların en ünlüleri Cizre'de “Kefren , Kheops , Mikerinos” ehramlarıdır. Kheops ehramı, 146 metre yüksekliğindedir. Ehramların genel olarak yükseklikleri 50 - 150 metre arasında değişmektedir.

Mısırlılar, ölümden sonra ruhun gelip vücuda girdiğine ve kendi cesetlerini bulamayan ruhların öbür hayata ulaşamayacaklarına inandıkları için ölülerini mumlayarak korurlardı. Mumyaladıkları ehramların ortasında gizli bir yerde bulunan bir odaya konurdu.Ehramların yapılışı büyük masrafları ve yıllarca çalışmayı gerektirdiği için, ancak hükümdarlar için yapılmıştır.
Güzel sanatlardan birine verilen ad. Edebiyat, düşünce ve duyguların, söz ya da yazı halinde güzel ve etkili bir şekilde anlatılması sanatıdır. Edebiyat, yazının meydana gelmesi, dillerin zenginleşmesi ile başlamış ve gelişmiş bir güzel sanattır. Böylece, insanlığın çok eski zamanlarından beri bilinen bir sanat olma özelliğini taşımaktadır. Fakat, var olduğu kabul edilen ilk edebiyatlar, çoklukla sözlü gelenek halinde nesilden nesle devam etmiş olan bir edebiyat durumundadır. Ancak, yazılı kaynakların, uzun yüzyıllar saklanabilmesinden sonradır ki, gelecek yüzyıllara hitap edebilen edebiyat eserleri meydana gelebilmiştir.

Edebiyat, milletlerin medeniyet hayatlarında, önemli rol oynayan bir sanat kolu olarak kendini göstermiştir. Medeniyet bakımından ilerlemiş milletlerde, edebiyatın da gelişme göstermesi bundandır. Bu ilkel medeniyetlerin dışında, yeni çağlarda meydana getirilmiş edebi eserler, bütün insanlığa hizmet eden eserler olma kudretini göstermişlerdir. Bu sebeple, bugün için edebiyatın, millî faydalarının yanında milletlerarası faydalarını da unutmamak gerekir.

Edebiyat, nesir ve nazım olmak üzere iki bölüme ayrılır. Nesir, bir dilin kurallarına uygun olarak meydana getirilen düz yazıdır. Nazım ise, belli ölçülerin kayıtlaması altında meydana getirilmiş yazılardır. Nesir edebiyatının başlıca çeşitleri arasında roman, hikâye, piyes, hâtırat, biyografi, makale, deneme, eleştirme, fıkra çeşitleri yer alır. Nazım edebiyatı çeşitleri arasında da başlıca şiir, manzum piyes, destan yer alır.Sözlü gelenek dışında, zamanımıza kadar gelmiş edebiyat eserlerinin ilkleri, Gilgamış destanı ile Hammurabi Kanunlarıdır. Eski Mezopotamya medeniyetinde edebiyat eserlerinin meydana getirildiği yapılan kazılardan anlaşılmaktadır. Bu arada, Eski Mısır'da meydana getirilen edebiyat eserleri de önemli yer tutar.

Fakat asıl anlamı ile ilk edebiyat eserleri. Eski Yunanlıların meydana getirmiş olduğu eserlerle ve Yunan edebiyatı ile başlar. Bundan sonra, bütün medeni milletler, kendi edebiyatlarını geliştirmişlerdir.
Mısır'da Cizre'de bulunan ve Avrupalılarca “Sphinx” adı ile bilinen aslan vücutlu, insan başlı ünlü anıt. 17 metre yükseklikte, 39 metre genişliktedir. Yerli bir kayanın yontulmasıyla meydana getirilmiştir. Yapıldığı zaman belli değildir. Eskiden vücudu kumlara gömülü iken 1817 yılında kumlar açılarak vücut meydana çıkarılmıştır.
Tarihten önceki insanların, yere kapı şeklinde diktikleri taştan büyük anıtlar. Bunların ikisi, karşılıklı olarak ye re dikey olarak dikilmiş, üstlerine de yatay olarak boylu boyunca ve kapak gibi bir taş oturtulmuştur. Musalla taşına benzerler. Bunların birer mezar olarak yapıldıkları bilinmektedir. 22 metre uzunlukta olanları vardır. Yeni taş devri anıtlarından olan dolmenler, Fransa'nın Bretagne bölgesinde, Hindistanda Afrika'da Japonya'da çok bulunur.
Vücudun derisi üzerine iğne gibi sivri şeylerle çizilmek ve içine renk veren maddeler konulmak suretiyle yapılan resim, yazı ve şekiller. Döğme'nin eski zamanlardan beri insanlar tarafından vücutlarına tatbik edilen bir âlet olduğu sanılmaktadır. Eskiden bazı milletlerde esirlerin derisi üzerine, sahiplerinin işaretlerini bildiren şekiller çizildiği bilinir. Bugünkü medenî milletlerde de, bin çok insanlar çoklukla gemici ve madenciler kollarına, göğüslerine, vücutlarımı çeşitli bölgelerine böyle dövmeler yapmaktadırlar. Bazı aşağı tabakadaki insanlar da, kollarına ve göğüslerine, aşklarındaki bağlılığı gösteren kalp, ok gibi sembolik şekiller dövdürmektedirler. Bu arada Afrika, Yeni Zelanda, Kuzey Amerika'da bulunan ilkel kabilelerde döğme bir gelenek halinde devam etmektedir.
Antropoloji biliminde kafatası şekillerinden birine verilen ad. Bu deyim karşılığı olarak Türkçede “uzunkafalı” kelimesi kullanılmıştır. Antropoloji, insan ırklarının tasnifinde, kafatasının biçimine göre sınıflamalar yapmış ve bu biçimlerden braki sefal mezosefal ve dolikosefal şekillerini çıkarmıştır. Buna göre, burun kökü üzerinde ve kas kavisleri arasında bulunan glabella noktasından ölçülen ön-arka uzunluk ile buna dikey olan genişlik arasındaki oran, kafatası şekillerini vermekte ölçü olarak kullanılmaktadır. Bu endis, 74,9 dan küçük olursa, böyle kafa şekillerine dolikosefal adı verilir. Bu endis, 80 den fazla olursa, buna da brakisefal denir.
Hayvansal, bitkisel ya da madensel tellerin (ipliklerin) alttan ve üstten geçilerek haç gibi örülmesinden meydana gelen yumuşak fakat dayanıklı şeyleri yapma sanatı. Dokumaların pamuktan olanlarına “bez”, yünden olanlarına “çuha” ya da “kumaş”, ipekten olanlarına “ipek kumaş” denir.

Dokumalar, tezgâhta yapılır. Tezgâhların ilkel olanları ağaçtan yapılmıştır. Bu tezgâhların üzerine yukarıdan aşağıya doğru uzatılan ve “arış” denen ipliklerin aralarından “atkı”denen yatay iplikler geçirilir ve ileri-geri hareket eden bir tarak aracıyla dokunur.
Bilimsel bir gerçeği göstermek için yapılan gözleme ya da deneyleme, Müsbet bilimlerde kanunları elde etmek için tabiatı tanımak gerektir. Tabiatı tanımak için de tabiattaki olayları teker teker görmek ve bilmek yetmez olaylar arasında daima aynı kalan münasebetleri bulup ortaya çıkarmak gerekir. Bu bakımdan, bir cismin düşmesi, bir bit. kinin çiçek açması, bir insanın bunamaması gibi olayların çeşitli bağlantıları.bilinmesi ,bunlar arasındaki bağlantıdan kanunlara varılabilmesi, deneyle mümkündür. Müsbet bilimlerde deney, iki şekilde görülür :

a) Gözlem, herhangi bir olayın, dikkatli şekilde görülmesi ve 'anlaşılması.

b)Deneyleme, bilgin tarafından değiştirilen ya da yeniden yapılan olayların incelenmesi. Gözlem, ya, olagelen bir tabiat olayının bilgin tarafından incelenmesi şeklinde (pasif gözlem) olabilir; ya da, önceden çeşitli hesaplarla tâyin edilen bir olayın, olageldiği sırada incelenmesi (aktif gözlem) şeklinde olabilir. Her iki şekilde de, esas olan, gözlemi yapan bilginin, olayı iyi inceleyebilmesi ve olaydan gerekli sonuçları çıkarabilmesine dayanır. Gözlemi yapan bilginin, vücutça sağlam ve kusursuz olması, dikkatli, sabırlı olması gözlemle ilgili âletlerden istifade edebilmesi ve olaylardan “tarafsız” olarak bir sonuç çıkarabilecek yetenekte olması gereklidir. Deneyleme gözlem gibi bazen aktif, bazen pasif değildir. Her zurnan için aktiftir. Bilgin, istediği zaman, istediği şartlar içinde konusu olan olayları gerektiği kadar inceleme imkânını bulabilir. Bu durum, sebeplerin ve sonuçların birbirine bağlı olarak akışını görmeyi ve böylece kanunların bulunabilmesini sağlar. Bu bakımdan deneyleme, gerçekte yeni bir olay yaratmak değil, oluşunun görülmek istenen olayların meydana gelmesine elve rişli şartlar ve halleri hazırlamaktadır. Böyle olunca da deneyleme, basit bir incelemeden çok, dikkatli ve ileri bir denemedir. Gözlemi kontrol eden ve gözlem yetmediği takdirde onun tekrarlanmasını sağlayan bir metodudur.

Bir deneylemenin, beklenen sonucu kesin olarak verebilmesi için, deneylerin türlüleştirilmesi (deney tekrar edilirken maddesinin değiştirilmesi), deneyin bir yerden başka bir yere nakledilmesi, deneyin tersine tekrarı gibi özelliklere de dikkat etmek gerekir.
İngiliz biyoloji bilgini Darwin'in kurduğu teoriye verilen ad. Darwin'e göre canlılar yaşadıkları ortama uymak için mücadele etmek zorundadırlar. Bu bir hayat mücadelesi ortamın fizik şartlarıyla ve canlılarıyla olur. Bu savaşta kazananlar hayatta kalır, kaybedenler ölür. Canlıların bu şekilde çözülmeleri de "tabiî seleksiyon"u (tabiî ayıklanma) meydana getirir.

Darwin bu düşüncesini sun'i ayıklanma ile açıklamıştır. Sun'î ayıklanma da insanlar, bitki ve hayvanların ortam şartlarıma en uygun karakterlerini taşıyanlardan çok, en iyi ürün verenlerini ayırmaktadırlar. Tabiî seleksiyonda ise bu ayırma, “hayat mücadelesi” tarafından yapılmaktadır. Bunun sonucu olarakta, ortama uymayanlar, hayat mücadelesinden yenilgi ile çıkmaktadırlar.

Herhangi bir canlıyı, hayat mücadelesinde, öbürlerine üstün çıkaran karakter de,”değişkenlik” (varyabilite) ile açıklanmaktadır.

Belirli bir ırkın bütün fertleri bir birinin aynı olmaz ve bunlar arasında

renk, şekil, boy, ağırlık v.s. bakımlarından az çok farklar bulunur. Darwine göre bu fark, tesadüfen ortaya çıktıktan sonra dölden döle geçerek gittikçe kuvvetlenmekte ve günün birinde, eskisinden çok farklı yeni bir türün meydana gelmesini sağlamaktadır.

Darwin'e göre, zürafanın boynunun uzaması, ortama uymak zorunda kalmasından değil, boynu tesadüfen uzun olanların, öbür zürafalardan daha kolay besin bulabilme imtiyazını kazanmalarındandır. Böylece, uzun boyunlu zürafalar,

hayat savaşında üstün çıkarak hayatlarını devam ettirebilmişlerdir. Bu arada köstebeğin ve çeşitli mağara hayvanlarının kör oluşları, gözlerini kullanmaları için bir sebep olmamasından değil, gözleri kör olanların, toprak altında ve mağaralarda daha iyi yaşama imkânını bulabilmeleri, ortama daha iyi uyabilmelerinden ileri gelmektedir.
Genel olarak büyükbaş çiftlik hayvanların, daha çok bunlardan davar (koyun, keçi) grubunun bakımı sanatı. Bunları güdüp otlatana “çoban “denir. Birçok yerlerde, sığır sürülerinin bakıcılarına da “sığırtmaç” denir.

Çobanlık, pratik bilgi isteyen bir iştir. Sürünün nerede, nasıl, ne zaman yatırılacağı, gezdirileceği, otlatılacağı, sulanmasının zamanı, bilinmesi ve dikkat eder. Pratik olarak çorukluk devirleri sürüyü bulaşıcı hastalıkların bulunacağı alanlara sokmamak, doğum zamanlarında gerekli tedbirleri almak, otlakların ot çeşitlerini bilmek, hayvanların sağlığı konusunda gerekli pratik, bilgiye sahip olmak da gereklidir.
Yıllık ya da çok yıllık bitkileri yalnız çiçek, yaprak ve gövdelerinin estetik güzelliklerinden faydalanmak amacı ile üretilmesi sanatı. Çiçek yetiştiricileri, soğuk iklimlerde normal, ılıman iklim bölgelerinde ise turfanda çiçek ya da süs bitkilerini, cam çerçevelerle örtülü kuytu yerlerde, ya da seralarda (limonluk) yetiştirilir. Buralarda özellikle havanın belli bir dereceden düşük olmaması ve rutubet oranının, belli bir oranda olması dikkat edilmesi gereken şartlardandır. Sıcak iklim bölgelerinde ise çiçek ya da süs bitkileri açıkta yetiştirilir.

Özel olarak yetiştirilen bu bitkiler tohum ya da soğan halinde, yetiştirilmiş olarak fide, fidan şeklinde, kökleri toprakla dolu saksı, fıçı ve kasalar içinde piyasaya çıkarıldığı gibi, çiçek pazarlarında ve çiçekçi dükkânlarımda kesik olarak da satılırlar.
Resimleri ve çeşitli şekilleri, kâğıda basmak için, bunların negatif benzerlerini çinko üzerine çıkarma sanatı.

Çinkoğrafi, fotoğrafçılığın, matbaalığa tatbiki ile meydana gelmiştir. Bir dergi, bir gazete, bir fotoğraf ya da şekil, çinkoğrafide, çinko üzerine tespit edilir. Böylece o fotoğraf ya da şekil, istenen sayıda kitap, gazete ve dergide yayınlanmış olur.

Çinkoğrafide bir resmin çinko üzerine tespiti şu şekilde olmaktadır.

1 - Fotoğraf, klişe makinesinin karşısına gergince ve diklemesine konur. Klişe makinesinde bu fotoğrafın ikinci bir kopyası, eczalı bir cam üzerine ya da bir film üzerine tespit edilir. Bu tespitte dikkat edilecek husus, fotoğrafın istenilen boyda küçültülmesi ya da büyütülmesidir.

2 - Cam üzerine tespit edilmiş olan fotoğraf ya da şeklin kopyası üzerine ecza sürülmüş çinko tespit edilir. Böylece çinko üzerinde, camın, dolayısı ile fotoğraf ya da şeklin negatif bir benzeri tespit edilmiş olur.

3 - Çinko üzerine fotoğraf ya da şeklin tespit edilmesi, klişe camında bulunan açık ve koyu yerlerin, çinko üzerinde bulunan eczaya yaptığı etki sonucu meydana gelir. Çinkonun bu şekli, resmin, fotoğraf kâğıdı yerine, çinko üzerine tespit edilmesi gibidir.

4 - Çinko, bu şekli ile aside terke edilir. Çinko üzerinde ecza almamış olan yerler, asitte çöker, Böylece, fotoğraf ya da şeklin siyah olan yerleri, çinko üzerinde yukarıda, beyaz olan yerleri çinko üzerinde çökmüş durumda belirmiş olur. Resmin ya da şeklin siyah beyaz yerlerine göre çöküntülü olan çinkonun - klişenin - üzerine matbaa mürekkebi sürüldükten sonra, kâğıt ü-zerine baskısı yapılacak olursa, klişehaneye verilen resmin ya da şeklin kendisine benzer durumda yeni bir şekil ya da resim meydana gelmiş olur.

Fotoğraftaki siyah beyaz yerler, çinko üzerinde “tram” denen noktalar şeklinde belirir. Siyah olan yerlerin koyuluğuna göre çinko üzerinde bir santimetre kareye düşen noktalar “tramlar” sayısı artar; az koyuluğuna göre de azalır. Böylece, çinko üzerinde her nokta arasındaki beyazlıklar, çinkonun aside tatbiki sırasında çökmüş olacağından, klişenin üzeri, kabartılı noktalardan meydana gelmiş bir durum arz eder.
Bir çeşit beyaz topraktan yapılan ve fırında pişirilen üzeri sırlı seramik işlerine verilen ad. Çini şeffaf değildir ve ışığa tutulduğunda ışık geçirmez.

Çini, balçık, beyaz balçık ve kalorin gibi üç cins topraktan yapılır. Topraklar, fabrika ya da atölyelere getirildikten sonra su içinde yoğrulur, süzülür, elekten geçirilir. Günlerce havuzlarda bekletilir. Böylece çamurlar koyulaşır. Bu çamur basınç altında bırakılmak suretiyle çini hamuru haline getirilir.

Çini, bu hamurdan, a - Tornada, b - Döküm suretiyle, c - Kalıplarda imâl edilir. Çamura istenen şekil verildikten sonra rötuş edilir ve fırına sokulur. Kurutulduktan sonra sırlanır ve ikinci bir defa fırına sokulur. Böylece çini yapılmış olur.
Çin'de M.Ö. III. yüzyılda imparator Cenk zamanında yapılmış olan büyük duvar. Liyau-Tung körfezi kıyılarından başlayarak Kansu bölgesinin kuzeybatısına kadar devam eden ve 2.755 kilometre uzunluğunda olan bu duvar, 6 metre yüksekliğindedir. Her ikiyüz adımda, 12 metreye yükselen bir kale bulunmaktadır. Bugün çoğu yerleri yıkılmış olmakla beraber, eski çağların “Acaibi Seb'ai Âlem” inden biri sayılır. Çin şeddi, yabancı akınlardan Çin'i korumak amacı ile yaptırılmıştır.
Bir şişe çeşidi. Eski Türk camcılığının en parlak devirlerinin ürünüdür. Bu şişeler sadece cam'dan yapılmayıp cam'a billur ve fayans'ın katılmasıyla yapılmıştır. Cam'a katılan bu maddeler şişenin gövdesinde döne döne renkli çizgiler halinde uzanır.
İstanbulda Sultanahmet Beyazit arasındaki Diyanyolu'nda kızıl mermerden yapılmış tarihi bir sütun. Bizans İmparatoru Konstontinus zamanında burada bulunan büyük bir meydanda kurulmuştur. İmparator tarafından Roma’dan getirildiği bilinmektedir. Sütun Romada iken tepesinde Apolılon'un heykeli bulunmakta idi. İstanbul’a getirildikten sonra Kostantinus'un Julianusun, Theodosius'un heykelleri konmuş. Aleksi Kommen zamanında bir başlıkta bir haç yerleştirilmiştir. Mustafa III. zamanında bir yangından zarar görerek çatladığı için demir çemberlerle bağlanmıştır. 1071 tarihinden bu yana halk ta. rafından “Çemberlitaş” adıyla anıldığı gibi çevresine de “Çemberlitaş” denmektedir.
Toprak iklim, ırk, millet, dil, ürün gibi çeşitli yönlerden yeryüzünü tanımlayan ve birçok kollara ayrılmış bilim. Coğrafyanın ayrıldığı kollardan başlıcaları şunlardır: Ekonomik Coğrafya (coğrafyanın toprak ürünlerini, sanayii, ticareti inceleyen bölümü). Fizikî Coğrafya {karalarla denizlerin durumunu, yüzey şekillerini ve iklimlerini inceleyen bölümü).Matematik Coğrafya (yeryüzünün şeklini, uzaydaki durumunu ve uzaydaki yıldızlarla, gezegenlerle olan durumunu, münasebetlerini inceleyen bölümü), Siyasî Coğrafya (ırkları, dilleri, milletlerin durumunu, devletlerin sınırlarını, devlet şekillerini inceleyen bölümü), Tarihî Coğrafya (çeşitli yerleri ve memleketleri tarih olaylarıyla birlikte inceleyen bölümü).

Coğrafya, bilimlerin en eskilerinden biridir. İlk insanlar, yaşadıkları bölgelerin çeşitli yönlerden incelemelerini yaparken, bir yandan da daha uzak bölgelere doğru gitmeye yeryüzünün çeşitli yönlerden yapısı hakkında bilgi edinmeye, ilkçağlardan beri büyük önem vermişlerdir. Yaşanan çevrenin ve dünyanın tanınması uğrunda sarf edilen bu gayretler, daima birbirini tamamlayan iki amaç gütmüştür. İlkin yeni bir yer keşfedilmiş, haritada yerini almış; sonradan keşfedilen bu yer yakından incelenmiştir. Böylece coğrafî keşifler faaliyeti, yerini bilimsel incelemelere bırakmıştır. Bunun sonucu olarak da, “dünyanın tanınması” olayı, geçmişin olduğu kadar, zamanımızın da, coğrafya bakımından başlıca inceleme konularından biri olmuştur.

İlkçağda, Akdeniz çevresinde yaşayan ve yeryüzünün en eski medeniyetini kurmuş olan insanların dünyası, bu denizin çevresini aşmayan küçük bir bölgeden ibaretti. Akdeniz bölgesinde meydana gelen bu medeniyetlerin ötesinde, Uzak Doğu'da yaşayan insanlarda, başka bir medeniyet meydana getirdikleri halde, yüzyıllar boyunca birbirlerinden habersiz yaşamışlardır. Beşyüz yıl öncesine kadar, bugünkü medeniyetin en ileri seviyesine ulaşmış bulunan Amerikalar, bilinmeyen yerlerdi. Eski Dünya karalarının bir parçası olan Afrika, yakın yüzyıllara kadar, bilinmezler ülkesi halinde idi. İşte “bilinmezler ülkelerinden” meydana gelmiş olan yeryüzü, coğrafya bilimi aracı ile bilinmeye ve tanınmaya başlanmıştır.
Calvin tarafından kurulan bir hırıstiyan doktrini. Calvin'in "Hıristiyan dini öğretimi" adlı eserinde esaslarını açıkladığı bu doktrine göre esas prensip Tanrının mutlak hükümranlığıdır. İnsan, sadece Tanrının lütfuna inanmakla cehennemden kurtulur. Bu inanış da, insanı durmadan faaliyete sevk etmelidir. Siyasî kanaatler bakımından da hükümdarlar kuvvetlerini idare ettikleri milletten alırlar. Devlet Tanrı tarafından istenmiş ve kurulmuştur. Milletler, Tanrının emirlerine uymayan bir hükümdarı devirmekte haklıdırlar.
Yunanca “şehir tepesi” manâsına gelen ve eski Yunan şehirlerinin iç kalelerine verilen ad. Aynı zamanda kale vazifesini gören Akropollerin içinde tapınaklar bulunur ve dinî törenler yapılır.

Bunlardan en ünlü olanı, Atina'da bir tepe üstünde bulunanıdır. M.Ö. ikinci bin yılın ikinci yarısına kadar uzanan bir tarihe sahip olan Atina Akropol'ü çeşitli savaşlar sonunda yıkılmış, birkaç defa yeniden yapılmıştır. İçinde bir çok Tanrı heykelleri ve Parthenon bulunuyordu. Bugün, harabeler halinde bulunan Parthenon tapınağı turistler tarafından gezilen yerlerden biridir.
Bazı dinlere ve ilkel insanların inanışlarına göre, insanların, ruh olarak, bedenle birlikte ya da başka bir bedene bürünmüş halde yaşamaya devam ettikleri yer.

ilkel insanlar, çoklukla ahreti yer yüzünden bir nehirle ayrılmış ve kapısında bir köpeğin beklediği bir yer olarak düşünmüşlerdir. Yine aynı insanlar, kötü insanların, yer altında, iyi insanların ruhlarının da gökyüzünde yaşadığını kabul etmişlerdir. Büyük dinlerde de, din kurallarından dışarı çıkmamış olanların, şehit düşenlerin, hiç günah işlememiş olanların, gökyüzünde düşünülen ahrette yaşamalarına devam etikleri inancı yer almaktadır.
Bazı dinlere ve ilkel insanların inanışlarına göre, insanların, ruh olarak, bedenle birlikte ya da başka bir bedene bürünmüş halde yaşamaya devam ettikleri yer.

ilkel insanlar, çoklukla ahreti yer yüzünden bir nehirle ayrılmış ve kapısında bir köpeğin beklediği bir yer olarak düşünmüşlerdir. Yine aynı insanlar, kötü insanların, yer altında, iyi insanların ruhlarının da gökyüzünde yaşadığını kabul etmişlerdir. Büyük dinlerde de, din kurallarından dışarı çıkmamış olanların, şehit düşenlerin, hiç günah işlememiş olanların, gökyüzünde düşünülen ahrette yaşamalarına devam etikleri inancı yer almaktadır.
Hıristiyanlıkta birinin kiliseye kabul edilmemesi ve din dışı sayılması, Bu ceza Hıristiyanlığın ilk yıllarından itibaren din inanışlarından ayrılanlara verilmiş. Ortaçağda Papa'lar ve piskoposlar tarafından hükümdarları korkutmak için yaygın bir siyasî silâh olarak kullanılmıştır.
Din kitaplarına göre dünyaya ilk olarak gelen erkek ve dişi insan. İbranilerin din kitabı olan Tevrat, Adem ive Havva'nın ilk insan olduklarını bildirmektedir. Tevrat'a göre Tanrı, önce Adem'i sonra onun kaburga kemiğinden Havva'yı yaratmıştır. Cennet bahçecinde bulunan iyi ile kötüyü tanıma ağacının meyvelerini yemeği yasak ettiği halde, yılanın teşviki ile önce Havva, sonra Adem bu meyveden yedikleri için cennetten koyulmuşlardır. Adem ile Havva yer yüzüne indikten sonra ikisinden bütün insanlar türemiştir. Kur'an'a göre de Adem topraktan yaratılmış ve kendisine ruh verilmiştir. Lanete uğrayan İblis (Şeytan) hıncını almak için Adem ve Havva'ya günah işletmiş ve cennetten kovulmalarını sağlamıştır.
Herhangi bir işin ya da bir niyetin olması için kesilen kurban ya da Peygamber İbrahim'in oğlunu Tanrıya

adadığı sırada, bir meleğin buna engel oluşunu gösteren bir resim kutsal tanınan bir veliye verilen hediye uğranılan bir felâketten bir hastalıktan kurtulmak için evliyalara ve camilere verilmesi adanan şey.

Müslümanlarda, bir dileğin olması, bir felâketten, bir hastalıktan kurtulması için camive ,türbelere mum adanır, fakirlere dağıtılmak üzere et ve ekmek adanır.

Adak olarak kesilen koyunun, ya da herhangi bir hayvanin etinden, adak sahibi yiyemez. Bu kurbanını fakirlere dağıtır. Bu etten yenecek olursa, yenen etin değeri kadar paranın yine fakirlere dağıtılması gerekir.
Müslümanların, namaz kılmak için yapmaları gerekli olan temizlenme işlemine verilen ad. Böylece, ibadet sıra. smda, Müslümanların, Tanrı'nın huzuruna temiz olarak çıkmaları sağlanmış olur.

Her namaz öncesi abdest alma işle. ini, şu şekilde olur : 1- Eller, bileklere kadar üç kere oğuşturularak yıkanır. 2-

Sağ elle, önce ağza, sonra da buruna üçer defa su verilir. 3 - Yüz üç kere yıkanır, 4 -Dirseğin biraz üstüne kadar ilkin sağ kol, sonra sol kol üçer defa yıkanır. 5 -Sağ elin içi ıslatılır ve alından arka tarafa doğru olmak üzere baş sığanır. 6 - Islak olan baş ve serçe parmakları ile kulaklar sığanır. 7 - Islak parmakların tersiyle ortasından yanlara doğru ense sığanır,

8- Topuğu biraz geçmek kaydı ile ilkin sağ, sonra sol ayak yıkanır.

Abdest, şu hallerde bozulur : 1 -Baygınlık ve uyku, 2 - Kadın ve erkek tenlerinin birbirine değmesi, 3 - Helaya gitmek.
M. Ö. 500 yılından kalma tunçtan yapılmış bir Etrusk heykeli. Esere XVI. yüzyılda Romulus ve Remus ikizleri ilâve edilmiştir. Şimdi Roma'da Konservatörler Sarayı'nda bulunmaktadır.
İp üstünde dans etmek ve çeşitli hünerler göstermek sanatı. Cambazlık sanatı, metotlu ve enerjik bir çalışma sonucu elde edİLebilir. Bu sanatta ilerlemiş olan her sanatçı, çalışma metodu ve hünerler yapma kabiliyetine göre, çeşitli oyunlar oynar. Bu sebeple, ip üstünde soyunup tekrar giyinen, yılan gibi kıvranan, çeşitli ölüm atlayışları yapan, bisikletle yürüyen gözü bağlı olarak içinde bir kadın ya da erkek bulunan el arabası süren, v.s. cambazlara rastlanmıştır.

Birçok milletlerde olduğu gibi Türk halkı arasında da rağbet bulan cambazlık sanatının bugün klâsik hale gelmiş hünerleri, daha çok panayır ya da bayram yerlerinde gösterilmektedir. Çoğu, küçük şehirlerin uygun meydanlarında yaptıkları gösterilerle halkı eğlendiren gezici ip cambazlarına memleketimizin her tarafında rastlanmaktadır.
Küçük küp şeklinde kesilen renkli camlardan yapılmış duvar resimlerine verilen ad. Renkli küçük taş parçalarından yapılmış "taş mozaikler" önceleri Pompei'de kullanılmış; bu şekil esas alınarak süsleme cam mozaik doğmuştur. IV. Yüzyıldan başlayarak birçok kiliselerin duvarları cam mozaikten yapılmış duvar resimleri ile süslenmiştir. Bugün cam mozaik, daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Türkiye'de çini mozaik ve çini kaplama kullanıldığından cam mozaik önem taşımaz.
Çoklukla küçük cisimleri daha büyük görebilmek için, bu cisimlerle göz arasına konan yakınsak mercek, pertavız. Büyüteçlerde odak uzaklıkları küçüktür. İncelenecek cisim büyüteç ile bunun odaklarından birisi arasına yerleştirilir; öbür odak tarafına da gözleyicinin gözü gelir. Böylece cismin zahirî, büyük ve doğru bir görüntüsü görülmüş olur.
Bir cins dirençli termometre.

Langley'in bulduğu bolometre milyonda bir dereceye kadar sıcaklık değişmelerini gösterebildiği gibi, kırmızı ötesi ışınımların incelenmesinde, ışıma enerjisinin ölçülmesinde kullanılmaktadır. Aletin esas kısmı işlenmiş bir platin şerittir. Platin şerit ısındığında elektrik direnci artar.Böylece direnç değişmeleri ölçülerek ısınma derecesi hesaplanır.
İnsan bedeninin, göğüsten yukarı bir bölümü içine alan heykel. Büst, taş, mermer, ağaç, seramik, alçı ve benzerlerinden yapılabilir. Büst sanatı, özellikle Rönesans sanatçılarıyla büyük bir önem kazanmış ve XVIII. yüzyıldan zamanımıza kadar yüksek değerde eserler meydana getirilmiştir.
Mikropların üremeleri için, birçok sun'i besi yerlerinin esasını meydana getiren ve bakteriyoloji lâboratuarlarında kullanılan maddelerden biri. Buyyon, yağ ve sinirlerinden ayrılan sığır etinin et makinesinde çekilmesi suretiyle hazırlanır. Yarım kilo ete bir kilo saf su eklenerek pişirilir. Su uçtuktan sonra, süzülür. Bu süzüntüye 10 gram pepton, 5 gram tuz ve 2 gram sodyum fosfat eklenerek yeniden buhar kazanında kaynatılır. Sürülerek balonlara konduktan ve sterilize edildikten sonra mikroplar için besi yerleri olarak kullanılır. Diğer bir deyimle “et suyu” olan buyyona, başka maddeler eklenmesi ile daha bir çok besi yerleri yapılabilir.
Antropoloji biliminde kafatası şekillerinden birine verilen ad. Bu deyim karşılığı olarak Türkçede “kısakafalı” kelimesi kullanılmıştır. Antropoloji bilimi, insan ırklarının tasnifinde kafatasının biçimine göre sınıflamalar yapmıştır. Buna göre, burun kökü üzerinde ve kas kavisleri arasında bulunan glabella noktasından ölçülen en büyük ön arka uzunluk ile buna dikey olan en büyük genişlik arasındaki oran, kafatası şekillerini vermektedir (kafa endisi). Bu endis, 80 den fazla olursa (yani genişlik fazla olursa) böyle kafataslarına brakisefal, endis bu rakamdan az olursa (75 ile 79,9 arası) mezosefal, endis 74,9 dan küçük olursa dolikosefal denir.

Brakisefaliye, beyaz, sarı ve siyah insan grupları içinde tesadüf edilmektedir.
Bitkilerden söz eden bilim. Botanik bitkilerle ilgili çeşitli problemlere cevap vermek istediğinden birçok kollara ayrılır: 1- Morfoloji (bitkilerin iç ve dış yapılarını tanıtır ve anlatır), 2 - Fizyoloji (bitkilerin canlılık olaylarını inceler), 3 - Ekoloji (bitkilerin zararlı ve faydalı özelliklerini, bitkinin yaşadığı çevreye uyma şeklini inceler), 4 - Sis tematik (bitkilerin sınıflara ayrılmasını inceler), 5 - Bitki coğrafyası (bitkilerin dünya üzerindeki yayılışlarını ve bu yayılıştaki sebepleri inceler), 6 - Paleofitoloji (jeolojik devirlerde yaşayan ve şimdi kaybolmuş olan bitkileri inceler.)
Hayat belirtilerinin temeli olan kimya reaksiyonlarını ve canlıların kimyasal yapısını inceleyen bilim. Biyokimya biyoloji meselelerinin aydınlatılması için organik ve anorganik kimya, fizikokimya, fizyoloji, biyoloji ve mikrobiyoloji bilim dallarından da faydalanır.

Biyokimya başlıca iki büyük çalışma alanına ayrılır : a - Canlıların meydana getirdiği kimya maddelerini tarif eder ve bu maddelerin yapısını anlatmağa çalışır, b - Canlılardaki kimya reaksiyonlarım inceler.

Bu bakımdan biyokimya, canlı organizmalar sistemi içinde bulunan proteinler, karbonhidratlar ,yağlar (lipitler) gibi organik maddelerle vitaminler ve hormonları inceler.
Dünya üzerinde serbestçe hareket edebilen bir cismin, dünyanın dönmesi sebebi ile hareket doğrultusunda gösterdiği sapmayı açıklayan kanun. İlk defa 1860 yılında Ernst Baer tarafından bulunmuştur. Bu kanuna göre cisimlerin hareket doğrultularında gösterdikleri sapma, Kuzey Yarımküresinde sağa, Güney Yarımküresinde soladır. Bu sebeple rüzgârlar, nehirler ve deniz akıntıları, kuzeyde sağa, güneyde sola yönelirler.
Modern psikoloji akımlarından biri. İngilizce “Behavior = davranış” kelimesinden yapılmış bir deyimdir ve Türkçeye “davranış - alışkanlık ruhbilimi” olarak geçmiştir.

Behaviorizm, 1912 yılında Amerika’da Jonh Broadus Watson (1878.) tarafından “içe bakış psikolojisi” ne bir tepki olarak kurulmuştur,

Deneysel psikolojinin kurucusu; olan Alman psikologlarından Wilhelm Wundt (1832 - 920) tarafından 1879 da kurulan ilk psikoloji lâboratuarı ile psikolojiden ruh tetkikleri atılmış, onun yerine psikolojinin konusu olarak sadece ruh olayları alınmıştır. Böylece psikolojide bilimsel çalışmalar yapılabilmiştir. Fakat sonraları Watson, ruh yerine psikolojiye giren “şuur”u da açık ve seçik bulmamış, ne olduğu nerede olduğu bilinmeyen bu şeyin psikolojinin konusu olamayacağını iddia etmiştir.

Watson'a göre psikoloji bir bilimse, sadece elle tutulan, gözle görülen insan davranışlarını incelemelidir.

Behavioristlere göre, doğuştan hiç bir bilgi, istidat, kabiliyet, temayül (içgüdü dahil) getirilmez; çocuğun bütün ruhsal etkilerle, yani öğrenci ve alışkanlıkla olur. Bir çocuğun ressam, doktor, v.s. oluşu yetiştiği çevrenin etkisinden ileri gelir. Düşünme bile bir alışkanlıktır; dil, çocuğun bazı şeşlerinin eşya ve olaylarla şartlanması sonucunda meydana gelen bir alışkanlık olduğuna göre, insanın bir çeşit içten konuşması olan düşünme de bir alışkanlıktır.

Ruhsal hayatımızı şartlı reflekslerle açıklamağa çalışan, psikolojiden şuuru atıp bütün psikolojik olayları (hayvanlardaki gibi) birer alışkanlığa bağlayan Behaviorizm, psikolojiye birçok yeni açıklamalar getirmekle beraber, koyu maddeci ve amprist bir görüş olarak da tenkide uğramıştır.
Atmosfer basıncını ölçmek için kullanılan âletlere verilen ad. Atmosfer basıncının varlığını göstermek ve belli bir sayı ile değerini bulmak için ilk deney, Gelilei'nin öğrencisi Torricelli (1608 - 1647) tarafından 1643 yılında yapılmıştır. Kendi adı ile anılan bu ünlü deneyin de Torricelli 1 santimetre boyunda bir tarafı kapalı öbür tarafı açık bir cam boru kullanılmıştır. Bu cam boruyu tamamen cıva ile doldurduktan sonra ağzını parmakla kapayarak ters çevirmiş, yine içine batırmıştır. Tamamen civa ile dolu olan cam borudan, bu dikey durumda iken bir miktar civa çanağa akmış ve yaklaşık olarak, çanaktaki cıva seviyesinden itibaren 76 santimetre yükseklikte durmuştur. Cıvayı 76 santimetre yükseklikte tutan kuvvet atomsferin çanaktaki cıva yüzeyine olan basıncıdır. Torricei-linin ispat ettiği bu deneye göre normal atmosfer basıncının, kesiti 1 santimetrekare ve yüksekliği 76 santimetre olan bir cıva sütunun ağırlığına eşit olduğu anlaşılır. Bu da (civanın özgül ağırlığı 13,6 olduğuna göre) 13,6.76 — 1033,6 gram ağırlık-santimetrekaredir, Torricelli'nin bu deneyi, cıva yerine su ile de yapılabilir. Yalnız suyun yoğunluğu civanın yoğunluğundan 13,6 oranında az olduğu için böyle bir deneyde kesiti 1 santimetrekare olan ve boyu 1033 santimetre olan bir cam boru kullanmak gerekir.

Barometreler iki esas tipe ayrılır 1 - Cıvalı barometreler, 2 - Madenî barometreler.

Civalı barometrelerin hepsi Torricelli borusundan türemedir. Atmosfer basıncını en doğru şekilde bildiren cıvalı barometreler de tespit edilmiş olan ölçü şeridi üzerinde civanın seviyesi derhal okunabilir. Hava durumunun yağışlı,, rüzgârlı, fırtınalı, açık ya da sakin olmasına göre değişen atmosfer basıncı ile hem boru, hem de çanaktaki cıva seviyesi değişir. Bunun için çanaktaki cıva seviyesinin ilk sıfır durumuna getirilmesi bu barometrelerde dikkat edilmesi gereken özelliktir. Cıvalı barometrelerin, normal barometreler. Fortin'in hareketli dipli çanak barometresi, sifonlu barometreler gibi çeşitleri vardır.

Maden barometreler, elâstiki bir madenden yapılmış, havası boşaltılmış kapalı kutulardır. Cıvalı barometrelerin çok yer kaplaması, ağır olmaları kolay kırılabilmeleri sebebiyle her günkü ölçmeler için madenî barometreler kullanılır. Bunlarda esas kısım yassı madenî daire şeklinde bir kutudan ibarettir. Kutunun içinde boşluk vardır, Kutunun ortasına yerleştirilmiş kaldıraçlı bir düzenekte, bir kadran üzerin, de hareket eden bir ibre bulunur. Atmosfer basıncının kutuyu yaylandırması sonucu kaldıraç düzenindeki ibre hareket eder ve cetvel üzerinde o yerin atmosfer basıncını gösterir.

Madenî barometrelerin, Vidie barometresi. Bourdon barometreler, yazıcı barometreler gibi çeşitleri vardır.
Avrupa'da XVI. yüzyıl ortalarından XVIII. yüzyıl ortalarına kadar devam eden bir sanat akımını tarif etmek için kullanılan deyim. Klasik Rönesans üslûbunun,eğri doğru sedef ve incilere benzeyen deniz hayvanları kabukları şeklinde meydana gelen bozuk bir süsleme tarzıdır. İtalya'da ünlü mimar ve ressam Mikel Angelo'dan sonra başlayan bu mimarî üslûbun en ünlü sanatçısı mimar Bernini'dir. Klâsik Rönesans mimarisinden sonra bütün dünyaya yayılmış olan bu üslûp, 1730 yılında Türkiye'ye de girmiş ve Türk mimarisinin Barok üslûbunu meydana getirmiştir. İstanbul'daki Nuruosmaniye camisi bu üslûpta yapılmıştır. Fransa'da bu üslûp, “XIV .Louis üslûbu” adı ile anılır.
Atmosfer içinde yükselmek ya da orada dengede durmak için hafif ve gaz geçirmez kumaştan yapılmış, yoğunluğu havanınkinden az olan bir gazla doldurulmuş küresel, sucuk biçimindeki vasıtalara verilen ad. İstenilen yere götürülebilen cinsten olmayan balonların genel olarak ipekten yapılmış bir “zarf”ı vardır. Bu zarf gazın geçmemesi için keten yağı ile sıvanmıştır. Küresel balonlarda üst yarım küreyi tamamıyla örten bir file bulunur. Bu filenin ipleri sert odundan yapılmış bir halkaya tespit edilmiştir. Bu halkaya asılan “sepet”te adamlar, “safra” adı verilen kum torbaları ve çeşitli eşya bulunur. Küresel balonların alt kısmı “boğaz” adı verilen uzunca bir tüp ile sonlanmıştır. Bu tüp, balon çok şiştiğinde içerdeki gazın kaçmasını sağlar. Bir balon hareket edeceği zaman şişirilir. Balonun daha da yükseklere çıkmasını isteyen baloncu, sepetin içindeki safra'ları boşaltır. Balonun inmesini sağlamak için de balonun boğaz kısmında bulunan tüpe bağlı olan ve sepete kadar inen bir ipi çekmek gerekir. Bu suretle balonun içindeki gazın kaçması ve balonun inmesi sağlanmış olur. îlkin havagazı, hidrojen gibi yanıcı gazlarla hidrojenden iki kere daha yoğun alan Helyum gazı ile doldurulmuştur. Balon üzerinde yapılan uzun araştırmalardan sonra ve bilhassa patlamalı motorun icadından sonra sevk edilen cinsten balonlar yapılmıştır. Önceleri buhar ve elektrik motorları ile işleyen sucuk şeklinde balonlar yapılmıştır.

İlk hava balonları, Mongolfier Kardeşler denilen kâğıt fabrikatörü Joseph Jacques Etienne Montgolfier (1745 -1799) tarafından 1783 yılında Annonay' de uçurulmuştur. Bundan sonra hidrojen gazı ile doldurulmuş olan balonlar uçurulmuş ve 1785 de Blanchard, Jeff-ries ile birlikte Manş'ı geçmeyi başarmıştır. 1883 de Renard ve Kreba tarafından, elektrik motoru ile hareket eden, hareket noktasına geri gelmeğe muvaffak olan ilk sevk edilebilen balon yapılmıştır. 1900 yılından sonra balonculuk önemli gelişmeler göstermiş, Almanlar (1900 da Garf Zeppelin tarafından yaptırılan 130 metre uzunluğundaki balon) ve İngilizler (1919 yılında yapılan, Atlantik üzerinde gidiş dönüş uçuşu yapan R. 34 hava gemisi) tarafından bu alanda önemli başarılar elde edilmiştir.


Birinci Dünya Savaşı'na kadar önemli bir çok işlerde kullanılan balonlar, uçakların büyük gelişme kaydetmesi karşısında önemini kaybetmiş bulunmaktadır. Bugün balonlar çoklukla meteorolojik gözlemlere yarayacak olan barometre, termometre, elektrometre gibi yazıcı âletleri taşıyarak, meteorolojik bulgular için kullanılmaktadır.
Bir konuyu, müzik refakatinde ve dekor yardımıyla sahnede sözsüz olarak canlandıran tek yada birkaç kişinin birlikte yaptığı danslar ve minetik hareketler serisi. Güzel sanatlardan biri olan balet, bir konuya bağlı olursa da; bazı hallerde, müziğin ritmine, melodisine dayanarak konusuz da olabilir. Balet, insanın kendi iç âlemini, düşüncelerini ve duygularını renk ve şekil unsurlarından faydalanarak anlatan sayılı sanatlardan biridir.

Balette, dansör ve dansözlerin yapacağı hareketler, en ince ayrıntılarına kadar tespit edilir ve özel bir takım işaretlerle baletin müziğine parelel olarak gösterilir. Balet de bu işaretler üzerinden öğrenilerek oynanır.

Eski zamanlardan, hattâ tarih öncesinden beri yapıla gelmekte olan türlü danslarda baletin çekirdeğini görmek mümkünse de, asıl anlamı ile balet Yeni zamanların bir icadıdır. XVIII. yüzyıl da Fransa'da yüksek bir sanat seviyesine erişmiş, gittikçe gelişerek Avrupa'da, Amerika'da ve Rusya'da en yüksek seviyesine ulaşmıştır.
Beyni, dokunma duygusunun bir kısmı ile öbür duygu organını, solunum ve sindirim organlarının ilk kısımlarını taşıyan vücut parçası, insanlarda boynun yukarısında şişkin ve yuvarlakça; hayvanlarda vücudun ön tarafında ve ovaldir. Pek ilkel hayvanlarda, gövdenin öbür kısımlarından ayrılmamış, tır.

Baş iskeleti (yandan)

1 - Alın kemiği, 2 - Duvar kemiği, 3 -Artkafa kemiği, 4 - Şakak kemiği, 5 -Temel kemiği, G - Mastoid, 7 - Elmacık kemiği, 8 - Dışkulak yolu, 9 - Elmacık kemeri, 10 - Üstçene kemiği, 11 - Alt çene kolu, 12 - Altçene cismi, 13 - Kas çıkıntısı, 14 - Eklem çıkıntısı, 15 - Çene ucu deliği, 16 - İnfaorbital delik, 17 -Burun kemiği, 18 - Gözçukuru, 19 - Şakak üst çizgisi, 20 - Glabella, 21 - Üstçene açısı, 22 - Eğri çizgi, 23 - Burun dikeni.

Baş kemikleri: Kafa ve yüz kemiklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kafa kemikleri, kafa bokluğunun çevresinde dördü tek ikisi çift sekiz kemik, temel kemik, art kafa kemiği, şakak kemikleri ve duvar kemikleridir. Yüz kemikleri, başın ön ve alt kısmında olup yüzün iskeletlerini meydana getiren altısı çift, on dört kemikten meydana gelmiştir. Tek olanlar sapan ve altçene kemikleridir. Çift olanlar şunlardır: Üstçene, damak, elmacık, tırnaksı, burun , altboyuncuk kemikleri.

Baş, yüz ve kafa olmak üzere iki kısma ayrılır. Kafa kısmında, kafa kemiklerini meydana getirdiği boşluk içinde beyin zarları ile örtülü ön, orta ve arka beyin bulunur. Kafatasının dış yüzü deri ve saçla örtülüdür. İşitme duygusunun alıcı organı olan kulak, kafanın, yanlarındadır.

Yüz kısmı, kafanın önündedir. Burada burun ve burun boşlukları, koku duygunun alıcı kısmı, yanaklar, dudaklar, ağız, boşluğu, dişler, dil göz küreleri kaşlar bulunur.
Bakteri yiyen - Canlı bakterilerin büyümesine engel olan, onları eriten ve ancak elektron mikroskopla görülebilen bir ültravirüs. Süzgeçlerden geçen ve kültürden kültüre nakledilmesi mümkün olan bu ultra-virüs, bakteri kolonilerinde görülebilen değişiklikler yapabilmekte ve bakteri hücrelerini hiç bir artık bırakmadan eritebilmektedir. Bakteriyofajların, bilhassa, zararlı bakterilerden meydana gelen çeşitli salgınlarda, bakterileri yok etmek suretiyle önemli rolleri vardır.
Bitkilerin en aşağı katında (protophyte) yer alan, tabiatta en yaygın olan insanı, hayvan ve bitkilerde hastalık yapıcılar arasından en geniş yer tutan, mikropların bir grubu. Bitkisel tabiatta olan bakteriler yapıları basit, tek hücreli, klorofilsiz, dişilik ve erkeklik cinsi olmayan canlılardır. Hastalık yapıcı olanları (patojen) olduğu gibi zararsız olanları (saprofit) ve canlıların yaşamasında rol oynayan faydalıları da vardır.

Bakteriler, başlıca üç şekilde görülürler:

1 - Küresel bakteriler (kok), çeşitli büyüklüktedir ve her zaman tamamıyla yuvarlak değildirler. Bazıları mum alevi şeklindedirler. Çoğalmalarına göre dört çeşide ayrılırlar: a) Yalnız bir düzlem üzerinde ve aynı yönde çoğalarak bir zincir meydana getiren “streptokoklar”, b) birbirine dik iki düzlem üzerinde çoğalan “tetragenler”, c) eğik şeklinde kümeler yapan ”stafilokoklar”, ç) birbirine dik üç düzlem şeklinde çoğalarak paket şeklini alan “sarsin'ler”.

2 - Çomak biçiminde, ince ve uzun, olan (basil) bakteriler, bunların bazıları düz ve uzun, bazıları bükülmüş tür. Uçları genel olarak yuvarlaktır. Bazılarının uçları da köşeli ve konkav olur. Çoğalmaları halinde kamışa benzeyen zincirler meydana getirir.

3 - Sarmal bakteriler (spiril) bir helis parçası şeklindedirler. Tespit edilenleri çoğunlukla bir virgül şeklinde görünür.

Hareketleri, canlı maddelerdeki moleküler hareketinden başka, üzerlerinde bulunan tüycüklerle (flagella) dir. Üremeleri, hücrelerin büyümesiyle olur. Gıdalarını, yüksek hayvanlardaki gibi seçerek alırlar. Gıdalarını ya kendi varlıkları içinde gerekli terkibi meydana getirmek, beslenmek için; ya da çalışmaları ve tabiatın kendilerine verdiği vazifeleri yerine getirmek için alırlar. Bunlar esas yemlerini teşkil etmez, fakat bütün tabiatın, canlıların ve cansızların düzenini kurmağa ve korumağa yararlar.

Tabiatta yayılmış olan canlıların çoğunu meydana getiren bakteriler yerde, suda, insan hayvan ve bitkilerin dış çevrede temas ettiği her yerde bulunurlar. Bakteriler, tabiat idaresinde çok önemli rol oynarlar. İnsan, hayvan ve bitki organizmasını teşkil eden organik maddeler parçalar ve bunlardan çeşitli bitki su karbondioksit gibi basit anorganik bileşikleri meydana getirirler. Böylece, bitkilerin, bu maddeler den besinlerini teşkil etmelerini sağlarlar. Bununla da kalmayarak, organik maddelerde yapıcı olarak da rol oynarlar.
İnsan ve hayvanın yürümesine yarayan bacak bileğinden sonra gelen kısım, Yere gelen kısmına taban, sırtına ayak sırtı, arkadaki kabarık bölüme de topuk denir. İskeleti 26 kemikten yapılmıştır.

Ayak vücudu yerle birleştirir. İki önemli ödevi vücut ağırlığını taşımak ve vücudun yer değiştirmesini sağlamaktır.

Ayak, bu görevlerini başarabilmek için normal şeklinde, sağlam ve kuvvetli olmalıdır. Bu bakımdan ayak'ı çeşitli hastalıklardan korumak için gereken tedbirleri almak ve giyilecek ayakkabının ayak'a zorluk verecek şekilde olmamasına dikkat etmek gerektir.
Hükümet işlerinden sorumlu olan hükümet başkanı. Türk Anayasası'na göre Başbakan'ı , Cumhurbaşkanı, Milletvekilleri arasından seçer. Başbakan, Bakanlar Kurulunu meydana getirecek şahsiyetleri (Bakanlar) seçerek listesini hazırlar; bunu Cumhur başkanının onaylamasından sonra Millet Meclisine sunar, Bakanlar Kurulu'nun kurulmasından sonra hükümet programını okuyarak Millet Meclisinden güven oyu isler. Siyasî yönden sorumluluğu, Meclisten güven oyu almamakla ortaya çıkar; güven oyu almaması halinde de çekilmek zorunda kalır. Bu durumda bütün Bakanlar da çekilmiş sayılır. Ceza bakımından herhangi bir sorumluluğu olursa, Anayasa Mahkemesince yargılanır.

Başbakan, hükümet işlerinden sorumlu olduğu gibi hükümetin siyasetini de tâyin eder.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti zamanında Başbakan'a “İcra Vekilleri Heyeti Reisi” denilmekte idi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurulduğu tarih olan 23 Nisan 1920 tarihinden bu yana Başbakanlık eden şahıslar şunlardır: İcra Vekilleri Heyeti Reisleri : Mustafa Kemal Paşa (3 Mayıs 1920 - 24 Ocak 1921), Fevzi Paşa (25 Ocak 1921 - 12 Temmuz 1922), Rauf Bey {12 Temmuz 1922 - 13 Ağustos 1923), Fethi Bey (14 Ağustos 1923 . 27 Ekim 1923), Başbakanlar : İsmet İnönü (30 Ekim 1923 - 27 Temmuz 1924), Fethi Bey (28 Temmuz 1924 - 4 Mart 1925), İsmet İnönü (5 Mart 1925 - 25 Ekim 1937), Celâl Bayar (26 Ekim 1937 - 25 Ocak 1939), Refik Saydan (25 Ocakl939 8 Temmuz 1942), Şükrü Saraçoğlu (9 Temmuz 1942 - 5 Ağustos 1946), Recep Peker (5 Ağustos 1946 - 9 Eylül 1947) Hasan Saka (9 Eylül 1947 - 14 Ocak 1949), Şemsettin Günaltay (15 Ocak 1949 - 22 Mayıs 1950), Adnan Menderes (22 Mayıs 1950 - 27 Mayıs 1960), İsmet İnönü (10 Kasım 1961 - 13 Şubat 1965), Suat Hayri Ürgüplü (17 Şubat 1965 ). Başbakanlığın başında, Bakanlar Kurulu'nun Başkanı olan Başbakan bulunur. Bundan başka, bütün Başbakanlığın en yüksek memuru olan Müsteşar vardır. Ondan sonra gelen müdürlükler öbür bakanlıklarda olan Özel Kalem Müdürlüğü, Levazım Müdürlüğü, Evrak Müdürlüğüdür. Bu müdürlüklerden başka,Başbakanlıkta gerekli olan Genel Müdürlükler ve daireler vardır. Arşiv Genel Müdürlüğü, Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi, Neşriyat ve Müdevvenat Genel Müdürlüğü bunlar arasındadır.

Başbakanlığa bağ|ı özel daireler :

Başbakanlığa bağlı olan ye Bakanlıkların hiçbirinde bulunmayan birtakım devlet daireleri vardır. Bu daireler şunlardır:

1 -Danıştay, 2 - Diyanet işleri Başbakanlığı, 3 -Vakıflar Genel Müdürlüğü, 4 - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, 5 -İstatistik Genel Müdürlüğü, 6 - Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 7 - Devlet Plânlama Teşkilâtı,

8 - Devlet Personel dairesi Başkanlığı 9 - Millî Emniyet Hizmetleri Başkanlığı.

Danıştay : İdarî dâvalara bakmakla yetkili bir kuruldur. Devlet idaresinden çıkan uyuşmazlıkları çözümler, Hükümet tarafından hazırlanan kanun tasarılarını, tüzük tasarılarını, sözleşmeleri inceleyerek görüşlerini bildirir. Bir başkan ve daire başkanlarında, üyelerden meydana gelmiştir. Başkanlar ve üyeler, Anayasa Mahkemesi tarafından seçilirler.

Diyanet İşleri Başkanlığı : İdare bakımından din işleri, camilerde görevli kimselerin tâyinleri, din kitapları yayınları ile uğraşır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü : Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana, çeşitli kimseler tarafından yaptırılmış olan ve halkın yararına sunulmuş bulunan cami, hastane gibi kuruluşlar vardır. Bu kuruluşların çeşitli masraflarının karşılanabilmesi için de birçok gelir kaynakları bırakılmıştır. Bunlar, vakıfları meydana getirir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu vakıfların idaresi ile görevlidir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü: Tarla, arsa, bağ, bahçe, otlaklık meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli toprakların ya da apartman, ev han dükkân gibi yapıların bütün resmi kayıt işlerini yapar.

İstatistik Genel Müdürlüğü: Nüfus sayımı, hayvan sayımı, okuma yazma bilenlerin sayımı gibi birçok sayımlar yapar. Bu sayımlardan çıkarılabilecek sonuçları, ilgili devlet dairelerini bilgisine sunar.

Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü: Çeşitli oyun, spor, jimnastik işlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlar. Devlet Plânlama Teşkilâtı: Ülkemizin ve milletimizin kalkınabilmesi için, , yapılması gerekli olan işlerin, bunlar için gerekli olan yatırımların plânlarını hazırlar. Bu işlerin yapılması için gerekli olan kaynak ve imkânları tespit ederek hükümete yardımcı olur. Devlet Plânlama Teşkilâtı, 1963-67 yılları arasında uygulanması Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmiş olan Beş Yıllık Plânı hazırlamıştır.

Devlet Personel İdaresi Başkanlığı: Çeşitli Devlet dairelerinde çalıştırılan ve çalıştırılması gerekli olan memur ve görevlilerin kadro işlemleri ile ilgilenir. Millî Emniyet Hizmetleri Başkanlığı: Devletin güvenliği ile ilgili araştırmalar yapar.

Hükümetin başı olan Başbakan, her biri geniş bir teşkilâtla iş görmekte olan ve Başbakanlığa bağlı bulunan bu Genel Müdürlükler ve Dairelerin yürütme görevlerini, Devlet Bakanlığına bırakmıştır. Devlet Bakanlarının, öbür Bakanlar gibi, başlı başına yönettikleri bir Bakanlık yoktur. Bunlar, Başbakanın gerekli tecrübeleri ile Başbakana yardımcı olurlar. Başka ülkelerde, Devlet Bakanlarına Sandalyesiz Bakan adı verilir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yürütme organına Bakanlar Kurulu adı verilir. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen Başbakan ve Başbakan tarafından seçilen Bakanlar, Türkiye Büyük Meclisi adına yürütme erkini kullanırlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan kanunlara göre ülkeyi yönetirler.

Başbakan, Bakanlar Kurulu'nun başıdır. Başbakan, Bakanlar Kurulu'nun meydana getirdiği Bakanlarla birlikte devleti yönetir. Bu sebeple,Başbakan hükümetin en önemli görevini üzerinde toplar.Bu yüzdendir ki genel olarak herhangi bir hükümet ,o hükümetin başı olan Başbakanın adı ile anılır.Bakanlar Kurulu’nun başı olan Başbakan,bir devletin görülecek pek çok işi olduğu için,bölümlere ayrılmış olan bu işlerin başına,kendisine yardımcı olacak kişileri getirir.Belirli bölümlerin yönetimine Başbakan tarafından getirilmiş olan kimseler,Bakanlardır.Türkiye Cumhuriyeti’nde bu iş bölümleri,devlet dairelerini yani Bakanlıkları meydana getirir.Bakanlıklar da Başbakanın teklifi,Cumhurbaşkanının onaylaması ile meydana getirilir.Hükümetin Millet Meclisi’nden güven oyu alması ile de,kuruluşları Millet Meclisi’nce onaylanmış olur.Bugün Bakanlar Kurulumuzda şu Bakanlıklar vardır:

1-Adalet Bakanlığı 2 -Milli Savunma Bakanlığı, 3 - İçişleri Bakanlığı, 4 - Dışişleri Bakanlığı, 5 - Mali ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 6 - Gümrük. Bakanlığı,7 - Ticaret Bakanlığı, 8 - Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 9 - Gümrük ve Tekel Bakanlığı, 10 - Tarım Bakanlığı, 11 - Ulaştırma Bakanlığı, 12 - Çalışma Bakanlığı, 13 -Sanayi Bakanlığı, 14 - Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, 15 - İmar ve İskân Bakanlığı, 16 - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, 17-Köy İşleri Bakanlığı.

Bakanlar Kurulunda, yukarda adları yazılı 17 Bakanlığın bakanlarından başka, bir Başbakan Yardımcısı, üç Devlet Bakanı vardır.

Bakanlıklar:

Bakanlıklar, Ankara'da bulunur. Bunların çoğu, Ankara'da “Bakanlıklar” adı verilen bölgede toplanmıştır. Her Bakanlığın, bütün Türkiye'nin illerine, ilçelerine dağılmış teşkilatı vardır.

Her Bakanlığın başında, Bakanlar Kurulu'nun üyesi bulunan bir Bakan vardır.

Bakandan sonra, bir Bakanlığın en yüksek memuru Müsteşar'dır. Müsteşar, Bakanların en büyük yardımcılarıdır. Bakanın vereceği emirlerin, Bakanlık işlerinin, kanunlara, tüzüklere göre uygulanmasını düzenler.

Her Bakanlıkta, o Bakanlıkla ilgili Daire Başkanlıkları, Genel Müdürlükler bulunur. Bunlardan başka, her Bakanlıkta, şu müdürlükler vardır:

Özel Kalem Müdürlüğü: Bakanlık makamının resmî ve özel yazışmalarını düzenler.

Teftiş Heyeti Başkanlığı : Bakanlık teşkilâtını, müfettişleri kanalı ile teftiş ve kontrol eder.

Zat İşleri Müdürlüğü: Bakanlık memurları ile ilgili olan aylık, yolluk, emeklilik, memurluğa alınma, atanma gibi işleri düzenler.

Levazım Müdürlüğü: Bakanlığın alım satım, onarım, aydınlatma, ısıtma işleri ile görevlidir.

Evrak Müdürlüğü: Bakanlığa gelen Bakanlıktan giden yazışma ve dilekçelerin, cevapların dosyalarını tutar.

Bakanlar Kurulu, Başbakan ve Bakanların sorumluluğu:

Başbakan ve Bakanlar, kanunları vermiş olduğu geniş yetkileri olan kimselerdir. Fakat, her yetkinin karşısında bir sorumluluk da bulunur. Bu bakımdan, Başbakanın ve Bakanların bu geniş yetkilerinin yanında, sorumlulukları da vardır.

Başbakan ve Bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludurlar.

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, diledikleri zaman, Başbakanın, Bakanlar Kurulunun ya da herhangi bir bakanın işleri ile ilgili olarak soru sorabilir. Başbakan, Bakanlar Kurul adına bir yetkili Bakan ya da Başbakan Bakanlar, bu sorulara cevap vermek zorundadırlar. Verilen bu cevaplar, soruların tam karşılığı ise ve Meclis tarafından onaylanırsa, ortada, bir sorumluluk kalmaz. Fakat, verilmiş olan bu cevaplar, Millet Meclisi tarafından onaylanmazsa, Bakanlar Kurulu, görevden ayrılmak durumunda kalır.

Bakanlar Kurulunun bu şekilde görevden ayrılması, gütmüş olduğu politakanın, Millet Meclisince onaylanmaması demektir. Bu, bir suçu gerektirecek bir sorumluluk değildir. Yalnız, Bakanlar Kurulunun görevden uzaklaştırılması sonucunu doğurur. Fakat, bunun yanında yapılmış olan işler, devlet ve milletin zarar görmesi sonucunu doğurmuşsa, o zaman, Başbakan ya da o işle ilgili olan Bakan ya da, o işten bütün Bakanlar Kurulu sorumlu ise bütün BAkanlar, Anayasa Mahkemesinde yargılanır. Bu yargılama sonunda, suçlu görülenlere, Türk kanunlarına göre ceza lar verilir.